Musibet mi, Mükâfat mı? İlahi Adaletin Sessiz Cümleleri

Musibet mi, Mükâfat mı? İlahi Adaletin Sessiz Cümleleri

“Musibet cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddimesidir. Hangi fiiliniz ile kadere fetva verdirdiniz ki, şu musibetle hükmetti. Musibet-i âmme, ekseriyetin hatasına terettüb eder. Hazırda mükâfatınız nedir?

   Dedim:

   – Mukaddemesi, üç mühim erkân-ı İslâmiye’deki ihmalimizdir: Salât, savm, zekât.

   Zira yirmidört saattan yalnız bir saati, beş namaz için Hâlık Teâlâ bizden istedi. Tenbellik ettik. Beş sene yirmidört saât tâlim, meşakkât, tahrik ile bir nevi namaz kıldırdı.

   Hem senede yalnız bir ay oruç için nefsimizden istedi. Nefsimize acıdık. Keffareten beş sene oruç tutturdu.

On’dan, kırktan yalnız biri, ihsân ettiği maldan zekât istedi. Buhl ettik, zulmettik; O da bizden müterakim zekâtı aldı.

اَلْجَزَٓاءُ مِنْ جِنْسِ الْعَمَلِ

   Mükâfât-ı hazıramız ise; fâsık, günahkâr bir milletten humsu olan dört milyonu velâyet derecesine çıkardı; gazilik, şehâdetlik verdi. Müşterek hatadan neş’et eden müşterek musibet, mâzi günahını sildi.”
Sünuhat Tüluhat İşârat

Tarih boyunca insanlık çeşitli musibetlerle yüzleşmiş, depremler, savaşlar, kıtlıklar, salgınlar gibi büyük felaketler milletlerin yönünü belirlemiştir. Lakin bu hadiseleri yalnızca fizikî ve zahirî bir çerçevede değerlendirmek, asıl hikmeti göz ardı etmektir. Bediüzzaman Said Nursî’nin şu veciz ve sarsıcı ifadesi, olayların arka planını manevî bir perspektifle okumayı öğretir:

> “Musibet cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddimesidir.”

Bu kısa ama derin cümle, musibetin iki yüzüne dikkat çeker: ceza ve terbiye, intikam değil, ikaz, helâk değil, uyanış. Musibet bazen işlenen bir cinayetin karşılığıdır; bazen de büyük bir mükâfatın, yükselişin ve dönüşümün başlangıcıdır.

Musibet Kadere Karşılık Mı?

Bediüzzaman, musibeti sadece kaderin keyfî bir hükmü değil, fiillerimizin sonucu olarak görür. Der ki:

> “Hangi fiilinizle kadere fetva verdirdiniz ki, şu musibetle hükmetti?”

Bu ifade, kaderin cezalandırıcı bir irade değil; adaletin bir yansıması olduğunu gösterir. Kader, insanın fiiline göre hüküm verir. Yani musibet, sebepsiz değildir. Özellikle musibet-i âmme (toplumsal/büyük musibetler), ekseriyetin hatalarına dayanır. Bir millet, farzları terk edip, ahlâkî ve mânevî çöküntü içine girerse; musibetler de o çöküşün neticesi olur.

Üç Erkân-ı İslâmiye’deki İhmal ve İlahi Te’dib

Bediüzzaman, açıkça üç büyük sorumsuzluğu vurgular:

  1. Salât (Namaz): Allah, 24 saatte sadece 1 saat istemişti. İnsan tenbellik etti. Allah, beş sene boyunca zorluk, meşakkat ve askeri eğitim gibi süreçlerle adeta namazı fiilen kıldırdı.
  2. Savm (Oruç): Yılda yalnızca bir ay oruç istenmişti. İnsan nefsi acıdı, kaçtı. Allah, ceza ve kefaret olarak yıllar süren mahrumiyetleri ve açlıkları yaşattı.
  3. Zekât: Malın sadece kırkta biri istenmişti. İnsan cimrilik etti, zulmetti. Allah, savaşlar ve krizler yoluyla malların zekâtını zorla aldı.

Bu tablonun arkasında yatan İlahi yasa, Kur’anî bir prensiple özetlenir:

> “El-cezâu min cinsil amel.”
(Yani ceza, amelin cinsindendir.)

Yani ne yaptıysak, karşılığını aynı mahiyette görürüz. Namazı terk ettik; meşakkatli disiplinle, adeta zoraki ibadete mecbur kaldık. Orucu terk ettik; açlıkla imtihan edildik. Zekâtı vermedik; servetimiz elimizden alındı.

Musibetin Müjdesi: Temizlik, Şehadet ve Velâyet

Musibetler yalnızca ceza değil; bir temizlenme, arınma ve yükselme vesilesi de olabilir. Nitekim aynı metinde şöyle buyrulur:

> “Fâsık, günahkâr bir milletten humsu olan dört milyonu velâyet derecesine çıkardı; gazilik, şehâdetlik verdi.”

Bu ifade, ilahi adaletin ne kadar merhametli olduğunu gösterir. Bir millet hata etmiş olabilir; ama musibet onu uyandırmış, temizlemiş ve uhrevî derecelere çıkarmıştır. Gaziler ve şehitler, bu dönüşümün en parlak yıldızları olmuştur. Yani musibet, hem geçmişin günahlarını temizlemiş, hem geleceğe umut taşımıştır.

Sonuç: Musibet, Sadece Bela Değildir

Müslümanın musibet anlayışı sıradan değildir. O bilir ki musibet:

Bir ceza değil, ikazdır.

Bir intikam değil, eğitimdir.

Bir felaket değil, fırsattır.

Bir kayıp değil, kazançtır.

Eğer insan, musibetlerden ibret alırsa; hatasını düzeltir, Rabbine yönelir, toplumsal yapısını ıslah ederse; o zaman musibet, rahmete dönüşür. Aksi halde, aynı musibet daha da büyüyerek geri gelir. Çünkü İlahi yasa, gafleti affetmez; ama tevbe edenleri asla yüzüstü bırakmaz.

Özet:

Musibetler, bazen işlenen günahların neticesi, bazen de büyük mükâfatların mukaddimesidir. Bediüzzaman, musibet-i âmmenin toplumun ortak hatalarının sonucu olduğunu belirtir. Özellikle namaz, oruç ve zekât gibi temel ibadetlerdeki ihmaller, sosyal çöküşe ve ilahi uyarılara yol açar. Ancak musibet aynı zamanda bir temizlik ve yükseliş vesilesidir. Binlerce günahkâr fert, musibetle uyanır, şehitlik ve gazilik derecelerine ulaşır. Böylece musibet, hem geçmişin kefareti, hem geleceğin umududur.

 

Loading

No ResponsesTemmuz 1st, 2025