Haccın Sessizliği: Sükût Eden Rüya, Konuşan Gazap
Haccın Sessizliği: Sükût Eden Rüya, Konuşan Gazap
“Rüya hacda sükût etti. Çünkü haccın ve ondaki hikmetin ihmali, musibeti değil, gadab ve kahrı celbetti. Cezası da keffaretü’z-zünub değil, kessâretü’z-zünub oldu. Haccın bâhusus tearüfle tevhid-i efkârı, teavünle teşrik-i mesaî-yi tazammun eden içindeki siyaset-i âliye-i İslâmiye ve maslahât-ı vâsia-i içtimâiyenin ihmalidir ki, düşmana milyonlarla İslâm’ı, İslâm aleyhinde istihdama zemin ihzar etti.”
Sünuhat Tüluhat İşârat
“Rüya hacda sükût etti.”
Bu cümleyle başlayan metin, İslâm’ın en büyük sembollerinden biri olan hac ibadetinin, ne denli derin sosyal, siyasî ve manevî anlamlar taşıdığını; bu anlamlar terk edilince, artık rüya değil, kâbusun konuştuğunu ortaya koyar. Bediüzzaman Said Nursî bu veciz ifadelerinde, yalnızca bireysel bir ibadetin değil; ümmet çapında bir sistemin çöküşünü işaret etmektedir.
Hac: Sadece Bir İbadet Değil, Bir Milletleşme Şûrâsı
Hac, sadece ihram, tavaf, Arafat ve kurban ibadetlerinden ibaret değildir. O aynı zamanda:
Tevhid-i efkârı (fikir birliği),
Tearüf ve tanışmayı (ümmetlerarası irtibatı),
Teavünle teşrik-i mesaiyi (dayanışma ve ortak hedefe yönelmeyi),
Siyaset-i âliye-i İslâmiye’yi (yüksek İslâmî stratejileri),
İçtimaî maslahatları (toplumsal reformları) içinde barındıran büyük bir ümmet kongresidir.
Bu manevî kongre, sadece Allah’a ibadeti değil, ümmetin geleceğini konuşmayı, ümmetin acılarını dindirecek çareleri üretmeyi, düşmana karşı ittifakı kuvvetlendirmeyi ve ümmetin şuurunu canlandırmayı hedefler.
Ancak bu hedef ihmal edildi. Hac, yalnızca turistik veya ritüel bir seyahate dönüştü. O zaman rüya sükût etti. Yani, ümmetin manevî ümidini, potansiyelini ve vahdet rüyasını barındıran bu kutlu ibadet, artık ne uyarı veriyor, ne yön gösteriyor. Çünkü, muhtevası boşaltılmış bir hac, sadece şekildir, ruhsuzdur.
Keffâret Değil, Kessâret: Gazabın ve Kahrın Dili
> “Cezası da keffâretü’z-zünûb değil, kessâretü’z-zünûb oldu.”
Bu ifade, sıradan bir musibetle değil, doğrudan kahır ve tokatla karşılık görüldüğünü anlatır. “Keffaret” bir hatanın temizlenmesi için gelen rahmetli musibettir. Ancak “kessâret”, çokluk yani kessâretü’z-zünûb günahların çoğalması ifadesidir.
Çünkü haccın ümmet çapındaki sorumluluğu, bir ferdin namazını terk etmesine benzemez. Bu, bütün İslâm âleminin vahdetine kastetmek gibi bir gaflettir. Dolayısıyla musibet de bireysel değil, ümmet çapında ve çok daha derin olur.
Günahın silinmesine değil, artmasına sebep olur.
İhmalin Faturası: Düşmanın Eline Geçen Milyonlar
> “Düşmana milyonlarla İslâm’ı, İslâm aleyhinde istihdama zemin ihzar etti.”
Bu cümle, en acı sonuçlardan birini göz önüne seriyor. Haccın içtimâî ve siyasî hikmeti terk edilince:
Müslümanlar birbirini tanımaz oldu,
Ümmet şuuru dağıldı,
İslâm dünyası parçalandı,
Kardeş, kardeşi düşman belledi,
İslâm evlâdı, İslâm düşmanlarının çıkarları uğruna kullanılmaya başlandı.
Bugün Müslüman coğrafyalarda kendi milletini bombalayan pilotlar, başka Müslümanlara silah çeken askerler, Batı lehine İslâm düşmanlığı yapan medya, Müslüman toplumları dizayn eden yöneticiler varsa; bu ihmalin, bu gafletin sonucudur.
Çözüm: Haccı Diriltmek, Ruhu Ümmete Üflemek
Hac, tekrar rüya görsün, yani ümmetin ortak hafızasını ve istikbal umudunu taşıyan bir buluşmaya dönüşsün istiyorsak:
Sadece kalabalıkları değil, kalpleri birleştirmeli,
Sadece ritüelleri değil, rûhları uyandırmalı,
Sadece gelenekleri değil, şuurları konuşturmalı,
Sadece ferdi ibadetleri değil, ümmet maslahatını öncelemeliyiz.
Zira haccın ruhu, tevhiddir. Ve tevhid hem Allah’ı birlemek ve hem ümmeti de birleştirmektir.
Özet:
Bediüzzaman’ın ifadesiyle, hac ibadeti sadece ferdî değil, ümmetin vahdetini ve istikbalini ilgilendiren büyük bir manevî toplantıdır. Ancak bu kutsal ibadetin içtimâî ve siyasî hikmeti terk edildiğinde, musibetler rahmet olmaktan çıkar, gazap halini alır. Müslümanlar birbirine yabancılaşır, düşmanın aleti haline gelir. Haccın asli faaliyeti olan birleştirme, tanıştırma, yardımlaşma ve ümmet bilinci yeniden canlandırılmadıkça, sadece şekilsel bir ibadet olarak kalır. Ve rüya değil, kâbus üretmeye başlar.