Dua, ubudiyetin ruhudur ve hâlis bir imanın neticesidir.
Dua, ubudiyetin ruhudur ve hâlis bir imanın neticesidir.
“Dua, ubudiyetin ruhudur ve hâlis bir imanın neticesidir. Çünkü dua eden adam, duası ile gösteriyor ki: Bütün kâinata hükmeden birisi var ki en küçük işlerime ıttılaı var ve bilir, en uzak maksatlarımı yapabilir, benim her halimi görür, sesimi işitir. Öyle ise bütün mevcudatın bütün seslerini işitiyor ki benim sesimi de işitiyor. Bütün o şeyleri o yapıyor ki en küçük işlerimi de ondan bekliyorum, ondan istiyorum.”
Mektubat
Duanın Sırrı: Ubudiyetin Ruhuyla Âlemlere Açılan Kapı
İnsan, acizliğini fark ettiğinde en içten sesiyle dua eder. Zira dua, sadece istemek değildir. Dua; bilmek, tanımak, güvenmek, yönelmek, sığınmak ve teslim olmaktır.
En önemlisi bir ibadettir.
Bediüzzaman Said Nursî, bu cümlesiyle duanın mahiyetini sadece bir istek değil; bir imanın hayata yansıması, bir kulluğun özü, bir tefekkürün sesi olarak ortaya koyar.
- Dua: Ubudiyetin (Kulluğun) En Saf İfadesidir
Kulluk (ubudiyet), sadece emirleri yerine getirmekten ibaret değildir. Asıl kulluk, Rabbiyle ilişki içinde olma hâlidir.
Namazda, secdede, oruçta, tesbihte olduğu gibi dua da kalbin doğrudan Allah’a yönelmesidir.
Ve işte bu yönelişin ruhu, özeti ve zirvesi duadır.
> Çünkü dua eden kişi der ki:
“Ben acizim ama Sen kadirsin.
Ben fakirim ama Sen zenginsin.
Ben bilemem ama Sen bilirsin.
Ben yapamam ama Sen yaparsın.”
Bu hâl, sadece bir ihtiyaç bildirimi değil; aynı zamanda imanın canlı bir ilanıdır.
- Dua: Hâlis İmanın Gözle Görülen Hâlidir
Bir insan dua ettiğinde, şu inancı zımnen ortaya koyar:
Allah vardır. Çünkü olmayan birine dua edilmez.
Allah işitir. Çünkü duymayacak biri çağırılmaz.
Allah görür. Çünkü görmeyene el açılmaz.
Allah güç sahibidir. Çünkü acize yönelinmez.
Allah merhametlidir. Çünkü sert kalpliden yardım beklenmez.
Yani dua, hâlis bir tevhidin sesi, imanın fiilî bir göstergesi, marifetin dile gelişidir.
- Dua: Kâinatla İlişki Kurmanın İlahi Yolu
Bediüzzaman, duayı sadece bireysel bir ibadet değil; kâinatla irtibat kuran bir hakikat olarak tanımlar.
Dua eden kişi der ki:
> “Benim halimi gören, sesimi işiten biri var.
O, sadece benimle değil; bütün varlıklarla ilgileniyor.
Beni duyan, her şeyi duyar. Beni bilen, her şeyi bilir.
Benim küçük işlerimle meşgul olan, elbette yıldızlara da hükmeder.”
İşte bu bakış açısı, dua edenin nasıl derin bir marifet ve tefekkür içinde olduğunu gösterir.
Dua sayesinde insan, Allah’ın rububiyetini, yani tüm âlemler üzerindeki hâkimiyetini kendi iç dünyasında hisseder.
- En Küçük İş İçin En Büyük Kudrete Yönelmek
Bir insan, başı ağrıdığında ilaç içmekle yetinebilir. Ama bir mü’min, ilacı içtikten sonra kalpten der ki:
> “Ey Şâfi olan Allah’ım! Sen dilediğini şifaya kavuşturursun. İlacın tesirini de veren Sensin. Şifayı da, sabrı da Sen verirsin.”
Bu yaklaşım, hayatın her anında Allah’la beraber olma şuuru kazandırır. Ve bu şuur, insanı büyük belalardan da, küçük vesveselerden de korur.
- Duanın Tesir Alanı: Kalpten Kâinata
Dua sadece kalpten çıkan bir fısıltı değildir; aynı zamanda kâinatın dengesine dahil olan bir yakarıştır.
Çünkü Allah, kullarının duasını yaratmasının bir sebebi kılmıştır.
> Yağmur duası ile semadan su iner.
Hastalık duası ile şifa iner.
Hidayet duası ile kalpler döner.
Affedilme duası ile kader değişir.
Dolayısıyla dua, hem ubudiyettir hem sebeptir hem kudretin davetidir.
Sonuç ve Özet
Dua, sadece bir isteme değil; imanın, teslimiyetin ve kulluğun özüdür.
Dua eden kişi, Allah’ın varlığını, ilmini, kudretini, işitmesini ve merhametini kabul etmiş olur.
Dua sayesinde insan, sadece Rabbiyle değil, kâinatın tamamıyla uyumlu bir bağ kurar.
Allah’a yönelen dua, kulun aczini ilan ettiği gibi, Allah’ın azametini de haykırır.
Bu yüzden dua, sadece bir söz değil; kâinat çapında bir iman ilanıdır.
> Unutma:
Dua etmek, Allah’a yaklaştığını bilmektir.
Ve bil ki, O seni işitiyor, biliyor, görüyor…
Çünkü senin en küçük hâlini bile önemsiyor.