Salih Olmadan Alınan İhsan: Niyetin ve Ehliyetin Mizanı
Salih Olmadan Alınan İhsan: Niyetin ve Ehliyetin Mizanı
Kaynak: İbn-i Hacer – Mektubat
“İbn-i Hacer diyor ki: “Salahat niyetiyle sana verilen bir şeyi, salih olmazsan kabul etmek haramdır.”
Mektubat
İbn-i Hacer’in “Salahat niyetiyle sana verilen bir şeyi, salih olmazsan kabul etmek haramdır” sözü; yalnızca bir ahlaki uyarı değil, aynı zamanda ilahi adaletin ve kul sorumluluğunun en veciz ifadelerinden biridir. Bu kısa cümlede insanın niyeti, liyakati ve aldığı sorumluluk arasındaki dengeye dair derin bir hikmet vardır.
- Niyetle Liyakat Arasındaki İlahi Mizan
İnsanlara verilen nimetler, makamlar, emanetler ve imkânlar; çoğu zaman onları daha hayırlı işler yapmaları için bir vesile olarak sunulur. Bir kimseye “salih bir niyetle” verilen bir bağış, makam, görev veya mevki; eğer o kişi gerçekten salih değilse ya da o salaha yürümeye niyetli değilse, bu nimet onun için bir vebale dönüşür. Çünkü nimet, niyetin gereğini taşımazsa, emanete hıyanet başlar.
İbn-i Hacer burada bir ölçü koyar: Sana verilen bir şey, “salahat” (salih biri olman, iyilik yolunda yürümen) niyetiyle verilmişse, sen salih değilsen –ya da o yönde bir gayretin yoksa– bu nimeti almak haramdır. Zira bu durumda, o ihsan ya da görev senin özünle örtüşmemekte, verilme gerekçesine zıt bir şekilde kullanılmaktadır.
- Dinin İnce Tartısı: Haram Olmanın Sebebi
Buradaki “haram” vurgusu, sıradan bir yasaktan öte; kişinin kendi iç dünyasıyla ve Allah’la olan ilişkisini doğrudan ilgilendiren ağır bir sorumluluğu gösterir. Dışarıdan bakıldığında meşru ve helal görünen bir mal, görev ya da yardım; eğer verilme gerekçesiyle kullanılış biçimi örtüşmüyorsa, o zaman Allah katında meşruiyetini yitirir. İşte bu, İslam’ın kalbe dayalı adalet terazisidir.
Bir makama, bir ilme, bir zenginliğe ya da bir göreve “hizmet etsin, salih amel işlesin” diye getirilen kişi; eğer nefsine uyar, tembelliğe sapar, dünyaya meylederse o zaman o ihsan ona ceza olur. Ve bu ceza dünyada gafletle, ahirette ise hesapla kendini gösterir.
- Günümüz İçin Derin Bir İbret
Bugün nice insanlar makam, mevki, unvan, burs, yardım ya da şöhret sahibi oluyorlar. Ancak bu imkânlar kendilerine salih amel işlesinler, Allah’a kullukta daha ileri gitsinler diye verildi mi? Ve onlar bu nimetleri gerçekten bu niyetle mi kullanıyorlar? Eğer kullanmıyorlarsa, İbn-i Hacer’in ifadesiyle bu nimetler harama dönüşmüştür.
Yani, bir cami yaptıran, ama niyeti gösteriş olan kişi… Bir kamu görevini sadece kendi menfaati için kullanan memur… İlmi, dini ya da sosyal bir mevkii halkı aydınlatmak için değil, gururunu tatmin etmek için kullanan kişi… Bunların hepsi, kendilerine salih niyetlerle verilen imkanları israf etmiş ve onları harama çevirmiş olur.
- Nimetin Vebale Dönüştüğü Yer
Kur’an’da da benzer bir uyarı vardır:
> “Ey iman edenler! Allah’a ve peygambere hainlik etmeyin. Bile bile kendinize verilen emanetlere de hainlik etmeyin.” (Enfâl, 27)
Emanet, sadece eşya değil; aynı zamanda görev, bilgi, makam ve itibar da olabilir. Ve bu emanet, niyetle beraber değerlendirilmelidir.
Sonuç ve Özet
İbn-i Hacer’in ifadesi, İslam ahlakında niyetin ne denli belirleyici olduğunu ve kişiye verilen nimetlerin sadece dış görünüşle değil, verilme maksadı ve kişinin deruni haliyle de değerlendirilmesi gerektiğini hatırlatır. Salahat niyetiyle verilmiş bir şeyi salih olmayan birinin alması, o nimeti harama dönüştürür. Çünkü İslam’da sadece niyet değil, niyete uygun hareket de sorumluluğun bir parçasıdır.
Özetle:
Salahat niyetiyle verilen nimetler, ancak salih kimseler için helaldir.
Niyet ile eylem arasında bir tezat varsa, o nimet vebale dönüşür.
Kişi kendisine verilen imkânları niyetine uygun şekilde kullanmalı, aksi halde harama bulaşmış olur.
Bu ölçü, dünyevi başarıların değil, ilahi rızanın esas alındığı hakiki adalet sistemidir.