İnsanlığın Yükselen Sesi: Esaretten Hürriyete, Hürriyetten Hakikate
İnsanlığın Yükselen Sesi: Esaretten Hürriyete, Hürriyetten Hakikate
> “Devletler, milletler muharebesi; tabakât-ı beşer muharebesine terk-i mevki ediyor. Zira beşer esir olmak istemediği gibi, ecîr olmak da istemez.”
— Bediüzzaman Said Nursî, Hutbe-i Şamiye
- Yeni Bir Harbin Eşiğinde: Devletler Değil, Sınıflar Çarpışıyor
Tarih boyunca savaşlar genellikle devletler ve milletler arasında cereyan etti. Toprak paylaşımı, kaynak rekabeti, dinî veya ideolojik üstünlük iddiaları uğruna nice milletler birbirine girdi. Fakat zamanla savaş alanı değişti. Artık silahlar yalnızca ordulara doğrultulmuyor; fikirler, sınıflar, sosyal statüler arasında da amansız bir mücadele var.
Bediüzzaman’ın “tabakât-ı beşer” yani insan sınıfları arasındaki muharebe vurgusu, bugünün dünyasında derin bir hakikati gözler önüne seriyor. Çünkü artık zengin ile fakir, işveren ile işçi, sermayedar ile emekçi, medya elitleriyle halk kitleleri arasında görünmez ama hissedilir bir çatışma söz konusu. Bu çatışma bazen ekonomik krizle, bazen sosyal adaletsizlikle, bazen kültürel yabancılaşmayla kendini dışa vuruyor.
- Beşerin Derin İsyanı: Esarete ve Ücrete Karşı
İnsanoğlu yaratılışı gereği hürriyet sever. Ruhundaki ilahî nefes, onu esirliğe ve zillete karşı koymaya mecbur eder. Beşer artık sadece köle olmaya değil, ecîr yani ücretli çalışmaya bile razı değil. Çünkü ücretli çalışmanın bile çoğu zaman bir nevi modern kölelik olduğu, emeğin değersizleştirildiği ve insanın sadece “kazandığı kadar” insan sayıldığı bir dünyada yaşanıyor.
Bugünün gençleri neden sistemden kopuyor? Neden “sessiz istifa” gibi kavramlar yayılıyor? Neden bireyler çalışsa da tatmin olmuyor? Çünkü insanlık derin bir vicdanî sorgulama içerisinde: Ben kimim? Neden yalnızca üretici bir makine gibi görülüyorum? Hayatımın anlamı sadece geçim mi olmalı?
- Hürriyetin Peşinde, Hakikatin Eşiğinde
Said Nursî’nin bu ifadeleri yalnızca ekonomik ya da sosyal bir tahlil değil, aynı zamanda derin bir insanlık gözlemidir. İnsanlığın bugünkü sancıları, yalnızca maddî düzenlerin bozukluğu değil, hakikatsizliğin getirdiği bunalımdır. Beşer, artık sadece özgürlük değil, anlam da arıyor. Maddî zincirlerinden sıyrılan insan, manevî zincirlerle boğulmuş durumda. Ne doğuya ne batıya ait hissediyor. Ne bir İlaha yöneliyor, ne de dünyaya razı oluyor.
Modern zamanın krizleri, insanın kendi içindeki esaretiyle yüzleşmesini mecbur kılıyor. Çünkü beşer, yalnızca dış zincirlerden değil, nefsin, şehvetin, hırsın zincirlerinden de kurtulmak istiyor. Gerçek özgürlük, yalnızca zincirleri kırmak değil, doğru istikameti bulmaktır.
- Hutbe-i Şamiye’nin Bugüne Işığı
Bediüzzaman’ın bu tesbiti bir asır önce yapılmış olsa da, bugün her zamankinden daha aktüel. Devletler arası savaşlar yerini ekonomik yaptırımlara, medya savaşlarına ve siber saldırılara bırakırken; toplumlar içinde görünmez sınıf çatışmaları, güven bunalımı ve sosyal çözülmeler baş gösteriyor.
Beşer artık tahakküm değil, adalet istiyor. Sömürülmek değil, değer görmek istiyor. “Çalıştırılmak” değil, anlamlı bir varoluş içinde yer almak istiyor. İşte bu taleplerin cevabı yalnızca politik sistemlerde değil, ahlâkî ve manevî dönüşümde yatıyor.
Özet:
Bediüzzaman’ın “Devletler arası savaşlar, artık insan sınıfları arasına kayıyor” tesbiti; günümüz dünyasında yaşanan sosyal, ekonomik ve kültürel çatışmaların temelini gözler önüne seriyor. İnsanlık, yalnızca esarete değil, ücretli mahkûmiyete de başkaldırıyor. Modern insanın huzursuzluğu sadece geçim değil, anlam arayışıdır. Gerçek hürriyet, sadece zincirleri kırmak değil; insanın iç dünyasında hakikatle buluşmasıdır. Bu sebeple bugünün dünyası, ahlâkî bir inkılaba ve adaletli bir sisteme şiddetle muhtaçtır. Hutbe-i Şamiye, bu ihtiyacın asırlık ama sönmeyen bir çağrısıdır.