İçtihat ve Teşri’ Arasındaki İnce Sınır: Hududu Aşmamak Hikmettir
İçtihat ve Teşri’ Arasındaki İnce Sınır: Hududu Aşmamak Hikmettir
“Her müstaid; nefsi için içtihad edebilir, teşri’ edemez.”
— Bediüzzaman Said Nursî, Hutbe-i Şamiye
Bu cümle; hem ilmî hem ahlâkî, hem de sosyal bir mihenk taşıdır. Çünkü ilim, niyetle birleşmezse tehlikeye dönüşür. Bu çağrıda, hem istidat sahibine bir alan açılır, hem de onu sorumluluğun çerçevesiyle sınırlar. Zira herkes kendi nefsi için, şahsî hayatında anlam arayabilir, hükümler çıkarabilir; ama bu onu yasa koyucu yapmaz. Teşri’ yani din adına bağlayıcı hükümler koymak, sıradan insanların değil; peygamberlerin ve onlardan gelen nasların dilini hakkıyla anlayan müçtehitlerin işidir.
İçtihat: Arayışın ve Gayretin Adıdır
İçtihat; İslam’ın dondurulmuş değil, canlı bir din olduğunu gösterir. Müstaid olan yani ilim, takva ve basiret sahibi bir kişi; çağın meselelerine Kur’an ve sünnet ışığında çözüm arayabilir. Lakin bu arayış, yalnızca kendisini bağlar. Bir başkasına hüküm koymak, “şeriat budur” demek, ilâhî vazifeye müdahaledir. İşte burası, müstaid ile teşri’ makamı arasındaki çizgidir.
Teşri’: Sınırsızlık Değil, Hudutla Gelen Hikmettir
Teşri’; Allah’a mahsustur. Peygamberler de Allah’tan aldıkları vahyi insanlığa ulaştırır. Dolayısıyla teşri’ etmek, yani din adına hüküm vazetmek; yalnızca vahiy ve sünnet dairesinde mümkündür. Kendi aklıyla hüküm koyan kişi, ya hevasını din edinmiş olur ya da toplumu parçalamaya başlar. Bugün İslam dünyasında yaşanan birçok fırkalaşmanın, hizipleşmenin temelinde; bu hassas sınırın ihlali vardır.
Müstaid Olmak Yeterli Değil; Mahkeme Kurmak Ayrı Bir İş
Bir doktorun kendi tedavisini uygulaması ile başkalarına reçete yazması arasındaki fark gibidir bu. Her bilen, yön gösteremez. Her anlayan, hüküm koyamaz. Her yol bulan, yol gösterici olamaz. Zira teşri’ yalnız bilgi değil; vahiy, hikmet, adalet, ehliyet ve sorumlulukla bütünleşen büyük bir ilâhî yüktür. Onun için Cenab-ı Hak, “Hüküm yalnız Allah’ındır” (Yusuf, 40) buyurur.
İçtihadın Hududu, Teşri’in Sorumluluğu
Günümüzde dinî konularda bilgiye kolay erişim, beraberinde bir özgüven patlaması doğurmuştur. Kimi insanlar ayet ve hadisleri bağlamından kopararak, içtihad yapmaya ve hatta din adına hükümler vermeye kalkışmaktadır. Bu hem tehlikeli bir sapma hem de ümmeti bölmenin zeminidir. Herkesin kendi mezhebi, kendi dini, kendi hükmü olduğu bir yerde “ittihad-ı İslâm” hayal olur.
Ümmetin selameti, bireysel heveslerin değil, istişarenin, usûlün ve şer’î delillerin gölgesindedir. Dolayısıyla içtihad edene saygı duyulur, ama teşri’ iddiasına suskun kalınmaz.
Özet:
Bu makale, Bediüzzaman’ın “Her müstaid; nefsi için içtihad edebilir, teşri’ edemez” sözü üzerine inşa edilmiştir. İçtihadın bireysel bir gayret ve arayış alanı olduğu, ancak teşri’nin (din adına hüküm koymanın) yalnızca Allah ve Resûlü’ne mahsus bir alan olduğu anlatılır. Müstaid kişi kendi için anlayış geliştirebilir, ancak bunu başkalarına bağlayıcı hale getiremez. Günümüzde bu sınırın ihlalinin ümmet birliğini zedelediği, fırkalaşmaya yol açtığı belirtilir. Makale, dinî meselelerde ilim, ehliyet ve sorumluluğun esas alınması gerektiğini hatırlatarak son bulur.