Hürriyetin Gerçek Manası: Hevâya Değil Hüdâya Kul Olmak
Hürriyetin Gerçek Manası: Hevâya Değil Hüdâya Kul Olmak
Hutbe-i Şamiye’de Hürriyet, Sorumluluk ve Umut Üzerine Derinlikli Bir Makale
“İttifak hüdâdadır, heva ve heveste değil.
İnsanlar hür oldular amma yine abdullahtırlar. Herşey hür oldu, şeriat da hürdür, meşrûtiyet de. Mesâil-i şeriatı rüşvet vermeyeceğiz. Başkasının kusuru, insanın kusuruna sened ve özür olamaz.
Ye’s, mâni’-i herkemâldir. “Neme lâzım, başkası düşünsün.” istibdatın yadigârıdır. ”
Hutbe-i Şamiye
Giriş: Hürlük Arzusu mu, Hakikat Hürriyeti mi?
Modern çağ, “özgürlük” kelimesini bayraklaştırdı.
Fakat bu özgürlük çoğu zaman hevâ ve hevesin serbestliği şeklinde anlaşıldı.
Oysa Bediüzzaman Said Nursî, Hutbe-i Şamiye’de özgürlük anlayışına ilâhî ve ahlâkî bir boyut kazandırır:
> “İttifak hüdâdadır, heva ve heveste değil.”
Yani gerçek özgürlük, Allah’ın gösterdiği hak ve hikmet çizgisi içinde mümkündür.
Aksi hâlde “özgürüm” diyen kişi, kendi nefsinin esiri olur.
- Hüdâya Bağlılıkta Gerçek Hürriyet Saklıdır
Bediüzzaman şöyle der:
> “İnsanlar hür oldular amma yine abdullahtırlar.”
Bu cümle, çağlara meydan okuyan bir hakikattir:
Evet, insanlar siyasi ve sosyal olarak hür olabilirler;
Ancak en derin hakikat şudur: Her insan Allah’a kuldur.
Zira:
İnsan nefse kul olursa, azad olmuş sayılmaz.
İnsan hevâya teslim olursa, görünmez zincirlerle sarılmış demektir.
İnsan ancak ilâhî hududun içinde özgürleşir.
Bu yönüyle şeriat da hürdür, çünkü insanı nefsin zorbalığından, toplumun sürükleyici sapmalarından korur.
- Şeriatın Rüşveti Olmaz: İlke Asla Pazarlık Konusu Değildir
> “Mesâil-i şeriatı rüşvet vermeyeceğiz.”
Bu cümle, büyük bir direnişin özüdür:
İslâm’ın hükümleri bir siyasal kazanç, bir geçici barış, bir toplumsal uyum bahanesiyle terk edilemez.
Bugün de sıkça rastladığımız gibi, şeriatın hükümleri:
Çağdışı görülerek,
İmaj kaygısıyla,
“Toplum hazır değil” bahanesiyle ertelenemez.
Çünkü hakikat, modaya göre şekillenmez, çoğunluğun keyfine göre esnetilmez.
Bediüzzaman bu duruşla, ilkesiz pragmatizmi ve menfaat uğruna inançların feda edilmesini reddeder.
- Ye’s (Ümitsizlik): En Sinsi Düşman
> “Ye’s, mâni’-i her kemâldir.”
Ye’s, yani ümitsizlik, insanın ruhunu öldüren en tehlikeli hastalıktır.
Ve bu hastalık, sadece bireysel değil, toplumsal çöküşün de habercisidir.
Ümmet-i Muhammed’in bugünkü zaaflarında en büyük pay:
“Bir şey değişmez” inancı,
“Zaten herkes bozulmuş” bahanesi,
“Benim çabam neyi değiştirebilir ki” tembelliğidir.
Oysa:
Kur’ân ümidi emreder.
Peygamber Efendimiz (sav), Mekke zulmü altında bile umut saçmıştır.
Bediüzzaman, sürgünlerde bile “Ye’se düşmeyiniz!” demiştir.
- “Neme lâzım” Diyenler, Zalimlerin Sessiz Ortağıdır
> “Neme lâzım, başkası düşünsün.” istibdatın yadigârıdır.”
Bu cümle, bugün de içimizi acıtan bir sosyal hastalığı ifşa eder:
Seyircilik, sorumsuzluk, umursamazlık.
Bu tavır:
Zalimleri cesaretlendirir.
Mazlumları yalnızlaştırır.
Toplumun çürümesine sessiz onay verir.
Oysa Kur’ân, emr-i bil marufu emreder.
Hadis, “Kim bir kötülük görürse eliyle düzeltsin…” diye başlar.
İşte bu yüzden “neme lâzım” demek, hakikate sırt dönmek demektir.
Ve bu tavır, istibdatın mirasıdır. Yani zulüm düzenlerinin bizde bıraktığı bir hastalıktır.
Sonuç: Hürriyet, İlkesizlik Değil; Sorumlulukla Gelen Şereftir
Gerçek özgürlük:
Hakkı tanımakla,
Nefse esir olmamakla,
Ye’s yerine umutla,
Umursamazlık yerine sorumlulukla mümkündür.
Bediüzzaman’ın bu mesajı, sadece bir vaaz değil; toplumsal uyanış manifestosudur.
İnsan, kendini özgür sanırken nefse kul olabilir.
Toplum, şeriatın hakikatlerini terk ettikçe aslında istibdatlara kapı aralar.
Bu yüzden bugün, yeniden “hüdâda ittifak” zamanıdır.
Hevâ değil, hüdâdır.
Özet
Bediüzzaman Said Nursî, Hutbe-i Şamiye’de gerçek özgürlüğün ancak Allah’a kul olmakla kazanılacağını ifade eder. Şeriatın ilkeleri rüşvet olarak sunulamaz, ilkesizlikle saadet bulunamaz. Ümitsizlik her türlü gelişmenin önündeki en büyük engeldir ve “neme lâzım” tavrı, toplumları çürüten en sinsi zehirdir. Gerçek hürriyet; Allah’a kul olmak, umutsuzluğa düşmemek ve toplumsal sorumluluk taşımakla mümkündür.
Zincirlerden kurtulmanın yolu hevâya uymak değil, hüdâya bağlanmaktır.