Ceza Neden Vardır?
Ceza Neden Vardır?
Adaletin İlâhî Boyutu: Cezanın Ruhlara Tesir Eden Yüzü
Bediüzzaman’ın Hutbe-i Şamiye’sinde Ceza Hukuku, Vicdan ve Ruh İlişkisi Üzerine Düşündürücü Bir Makale
Toplumlar suçları önlemek için cezalar koyarlar. Ama sadece bir korkutma veya caydırma aracı olarak mı?
Yoksa cezanın daha derin bir anlamı, daha ruhî bir boyutu var mıdır?
Bediüzzaman Said Nursî, cezanın yalnızca zahiri bir yaptırım değil, dahili bir eğitim ve ilahî adaletin tecellisi olduğunu ifade eder. Hutbe-i Şamiye’de şöyle der:
> “Had ve ceza, emr-i İlâhî ve adalet-i Rabbâniye namına icra edildiği vakit hem ruh, hem akıl, hem vicdan, hem insaniyetin mâhiyetindeki latîfeleri müteessir ve alâkadar olurlar.”
Bu cümle; hukukun, adaletin, cezanın sadece bedene değil, insanın iç dünyasına hitap etmesi gerektiğini anlatır. Gerçek cezalandırma, sadece cezalandırmak için değil; ıslah etmek, uyarıcı olmak ve ruhu eğitmek içindir.
- Emr-i İlâhî Namına Olmayan Ceza, Kuru Bir Şiddettir
Modern hukuk sistemlerinde cezalar genelde dünyevî düzenin devamı için uygulanır. Fakat bu uygulama, çoğu zaman vicdanlarda makes bulmaz, çünkü:
Sadece beden cezalandırılır, ruh muhatap alınmaz.
Ceza, emr-i İlâhî adına değil, salt otorite adına verilir.
Hüküm, adalet duygusundan çok, politik dengeyi korumak adına yürütülür.
Bu hâlde ceza, ıslah değil; intikam yahut sindirme halini alır. İnsanlar cezadan ibret almaz, aksine nefret eder.
Oysa İslam’da hadler ve cezalar, nefsin arzu ve hevesine değil, Allah’ın emrine dayanır. Bu nedenle vicdanlar onu adalet olarak kabul eder, hatta ruhlar o cezada bir şifa hisseder.
- Ruh, Akıl, Vicdan ve İnsanî Latifeler Ceza ile Neden İlgilenir?
Bediüzzaman, cezanın sadece dışa değil, insanın iç âlemine etkili olması gerektiğini şöyle açıklar:
> “Ruh, akıl, vicdan ve insaniyetin latîfeleri müteessir ve alâkadar olurlar.”
Bu şu demektir:
Ruh: Cezanın haklılığını hissederse huzur bulur; değilse isyan eder.
Akıl: Cezanın hikmetini anlarsa, adalete teslim olur.
Vicdan: Zulümle değil, hakkaniyetle verilen cezaya boyun eğer.
Latîfeler: İnsan fıtratındaki ince duygular, adaletle tatmin olur; zulümle yaralanır.
Bu unsurlar cezadan etkilenmiyorsa, verilen hüküm sadece şeklen geçerlidir; hakikatte ruhsuzdur ve yozlaştırıcı olabilir.
- Ceza, Adalet Olursa Toplumu Tedavi Eder
Adalet, sadece suçluyu cezalandırmak değil, toplumu ıslah etmek demektir.
Ceza, şayet:
Emr-i İlâhîye dayanıyorsa,
İlâhî adaleti temsil ediyorsa,
Vicdanları tatmin ediyorsa,
o zaman cezalandırılan bile adaletle muhatap olduğunun farkında olur.
Nitekim Hz. Ömer zamanında bir hırsıza şeriat gereği ceza verildiğinde, o kişi adaletin işlediğini kabul ederek tevekkülle cezayı karşılamıştır. Çünkü biliyordu ki o ceza bir gazap değil, ıslah vesilesiydi.
- Ceza Vermek Değil, Cezada Allah’ın Hakkını Gözetmek Esastır
İslam hukukunda cezaların uygulama gayesi:
İntikam almak değil,
Caydırmak değil sadece,
Belki adaleti temsil etmek ve topluma emniyet vermektir.
Bu ancak cezayı uygulayan kişi veya sistemin, Allah’ın emrini yerine getirdiği bilinciyle hareket etmesiyle mümkündür.
Eğer ceza:
Şahsi öfkeyle,
Nefretle,
Keyfilikle verilirse,
ceza olmaktan çıkar, zulme dönüşür.
- Bugünün Hukuku ve Bediüzzaman’ın Uyarısı
Modern ceza sistemleri, çoğu zaman insanın sadece maddî yönünü dikkate alır. Ruh, kalp, vicdan gibi derin boyutlar hesaba katılmaz.
Sonuç: Suç oranı düşmez, mahkûmlar ıslah olmaz, toplumda huzur artmaz.
Bediüzzaman’ın bu uyarısı, modern hukuk için de evrensel bir ders niteliğindedir:
> “Eğer adalet-i Rabbâniye’yi temsil etmiyorsa, ruhlar ürker, vicdanlar acır, insanlık incinir.”
Sonuç: Cezada Adalet Olmalı ki, Hem Beden Hem Ruh Tedavi Olsun
Ceza, kuru bir hüküm değildir. O bir mesajdır: Hem suçluya, hem topluma, hem vicdana…
Bu mesaj ancak Allah’ın adıyla, adaletin ruhuyla verilirse kalplerde makes bulur.
Aksi halde, cezalar şiddet üretir, kin doğurur, vicdanı yaralar.
O hâlde adaletin hem şekli hem ruhu Allah’a dayanmalı, ceza sadece hâkimin değil, Hâkim-i Mutlak’ın adına verilmelidir.
Özet
Bediüzzaman Said Nursî, cezanın gerçek anlamının, onun emr-i İlâhî ve adalet-i Rabbâniye namına uygulanmasında yattığını ifade eder. Böylece ceza sadece bir bedenî yaptırım değil, ruhu da etkileyen bir ıslah ve ikaz olur. Ruh, akıl, vicdan ve insanî latifeler, ancak Allah’ın emrine dayanan cezayla tatmin olur. Bu yaklaşım, İslâm hukukunun kalbinde yatan adalet anlayışını öne çıkarır.
Gerçek adalet, Allah adına verildiğinde insana hem dünya hem ahiret huzuru getirir.