Bir Nasihatten Fazlası, Bir Davadır
Bir Nasihatten Fazlası, Bir Davadır
“Ey bu câmi’deki kardeşlerim ve kırk-elli sene sonraki Âlem-i İslâm mescid-i kebîrindeki ihvanlarım! Zannetmeyiniz ki, ben bu ders makamına size nasihat etmek için çıktım. Belki buraya çıktım, sizde olan hakkımızı dâva ediyoruz. Yâni Kürd gibi küçük tâifelerin menfaatı ve saadet-i dünyeviyeleri ve uhreviyeleri, sizin gibi büyük ve muazzam tâife olan Arab ve Türk gibi hâkim üstadlarla bağlıdır. Sizin tenbelliğiniz ve füturunuz ile biz bîçare küçük kardeşleriniz olan İslâm tâifeleri zarar görüyoruz. ”
Hutbe-i Şamiye
Ümmetin Büyükleri ve Küçükleri: Sorumlulukta Eşit, Tesirde Farklı
Hutbe-i Şamiye Perspektifinden İslam Dünyasında Liderlik, Sorumluluk ve İhmalin Bedeli
Bediüzzaman Said Nursî’nin Şam Emevi Camii’nde verdiği tarihi hutbenin bu bölümünde, kendisinin bir nasihatçi olarak değil, bir “dava sahibi” olarak konuştuğunu görüyoruz:
> “Zannetmeyiniz ki, ben bu ders makamına size nasihat etmek için çıktım. Belki buraya çıktım, sizde olan hakkımızı dâva ediyoruz.”
Bu cümle, İslam ümmeti içindeki büyük ve etkili milletlerin, diğer kardeş Müslüman halklara karşı taşıdığı sorumluluğu açık bir şekilde dile getirir. Bu sadece bir uyarı değil, bir hukuk mücadelesidir. Çünkü bazı milletlerin gafleti ve tembelliği, diğerlerinin hem dünyasını hem ahiretini doğrudan etkileyebilmektedir.
- Ümmet Bir Beden Gibidir
Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:
> “Müminler, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede, tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da bu acıyı paylaşan bir beden gibidir.”
Müslim, Birr, 66.
İşte Bediüzzaman bu hadisin hakikatini siyasi ve sosyal bir düzeyde dillendiriyor. Küçük milletler, büyüklerin sorumluluklarını yerine getirmemesinden zarar görüyor. Çünkü ümmet, sadece birey değil; millet ölçeğinde de birbiriyle bağlıdır.
- Büyüklerin Tembelliği, Küçüklerin Felaketi Olur
Arap ve Türk milletlerinin İslam tarihinde liderlik rolü büyüktür. Bu milletler, zaman zaman siyasi ve askeri gücün, zaman zaman ilim ve irfanın taşıyıcıları olmuşlardır. Ancak bu liderlik, aynı zamanda ağır bir sorumluluğu da beraberinde getirir.
Bediüzzaman, bu gerçeği şu ifadelerle dile getirir:
> “Sizin gibi büyük ve muazzam tâife olan Arab ve Türk gibi hâkim üstadlarla bağlıdır. Sizin tenbelliğiniz ve füturunuz ile biz bîçare küçük kardeşleriniz zarar görüyoruz.”
Bu uyarı, sadece o günün değil, bugün hâlâ geçerli olan bir çağrıdır. Bugün Türkiye ve Arap dünyasının gafleti, İslam coğrafyasının dört bir yanındaki mazlumların sesini kısmakta, kanlarını akıtmakta, umutlarını söndürmektedir.
- Sadece Mazlumlar Değil, Tarih ve Gelecek de Şahitlik Eder
Tarih, hakkını savunamayanların değil; hakkı savunmayanlara karşı hakkını dava edenlerin sesiyle yazılır. Bugün Filistin’den Arakan’a, Doğu Türkistan’dan Afrika içlerine kadar uzanan tüm zulümler karşısında sessiz kalan büyük İslam ülkeleri, sadece günah değil; aynı zamanda tarihî bir vebal altındadır.
Bediüzzaman’ın “biz hakkımızı dâva ediyoruz” demesi, gelecek kuşaklara bırakılmış bir emanet ve itham niteliğindedir.
- Bu Davanın Cevabı: Uyanmak ve Gayret Etmektir
Bediüzzaman, bu hutbesinde çözüm de sunar:
Tembelliği bırakmak ve gayrete gelmek.
Zira kurtuluş sadece dua ve temenniyle değil, bilinçli ve ortak bir gayretle mümkündür. İttihad-ı İslam, ancak bu tür bir adaletli işbölümüyle mümkün olur. Her milletin diğerine karşı ahlâkî, siyasî ve dinî bir mesuliyeti vardır.
Bugün de bu çağrı geçerlidir. Türkiye, Arap dünyası ve İslam âleminin önderlik misyonunu yeniden hatırlaması; mazlum milletlerin duasına, güvenine ve mücadelesine cevap vermesi gerekmektedir.
Özet
Bediüzzaman’ın bu sözleri, ümmet içinde sorumluluğu fazla olan milletlerin gafletinin, diğer kardeş milletlere büyük zararlar verdiğini açıkça ortaya koyar. Türk ve Arap milletleri gibi tarihî öncülere sahip halklar, sadece kendilerinden değil; ümmetin tüm mazlumlarından da mesuldür.
Bu, nasihat değil; bir dava, bir hukuk arayışıdır.
O halde çözüm, tembellikten sıyrılmak ve ümmetin yükünü birlikte taşımaktır.
Çünkü İslam kardeşliği, sadece hissî bir bağ değil; vicdanî, siyasî ve uhrevî bir sorumluluktur.