Vahdetü’l-Vücud: Bir Hal midir, Hakikat mi?
Vahdetü’l-Vücud: Bir Hal midir, Hakikat mi?
> “Vahdetü’l-vücud ise bir meşrep ve bir hal ve bir nâkıs mertebedir. Fakat zevkli, neşeli olduğundan seyr ü sülûkta o mertebeye girdikleri vakit çoğu çıkmak istemiyorlar; orada kalıyorlar; en münteha mertebe zannediyorlar.”
(Bediüzzaman Said Nursî – Mektubat)
Tasavvufun bazı yollarında, özellikle “vahdetü’l-vücud” (varlığın birliği) anlayışında, hakikat arayışı yolunda olan seyr ü sülûk ehlinin, manevi sarhoşluk içinde vardığı nokta, bazen hedef değil, sadece bir geçiştir. Bediüzzaman Hazretleri, bu meşrebi derin bir ferasetle değerlendirir: zevkli ama noksandır.
- Vahdetü’l-Vücud Nedir?
“Vahdetü’l-vücud”, kelime anlamıyla “varlığın birliği” demektir. Bu meşrepte olanlar, Allah’tan başka hakiki varlık olmadığını, kâinattaki tüm varlıkların O’nun birer zuhurundan ibaret olduğunu ifade ederler. Yani eşyayı, Allah’ın isim ve sıfatlarının aynaları değil de, bizzat O’nun tecellîsi olarak, hatta zaman zaman O’nun zâtıyla aynı gibi anlarlar.
Bu meşrep, başta Mevlânâ, İbnü’l-Arabî gibi büyük mutasavvıflarca temsil edilmiştir. Ancak tarih boyunca, bu anlayış yanlış yorumlandığında, “her şey O’dur” gibi hulûl (Allah’ın mahlûkata girmesi) veya ittihad (Allah’la mahlûkun birleşmesi) gibi sakıncalı sonuçlara varılmıştır.
- Bediüzzaman’ın Tashihi: Vahdetü’l-Vücud Meşrep, Hakikat Değil
Bediüzzaman bu meşrebin maksat olmadığını, sadece yolda bir durak olduğunu ifade eder:
> “Nâkıs bir mertebedir.”
“Seyr ü sülûkta zevkli ve neşeli olduğu için çoğu orada kalıyor.”
Bu tesbit çok mühimdir. Zira:
Vahdetü’l-vücud hakikat değil, bir manevi haldir.
O hal, cezbeye kapılan kalbin yanılgısıdır.
Hakikat ise şudur: Allah vardır, birdir; O’nun dışındaki her şey mahlûktur ve O’ndan ayrı, O’nunla kaimdir.
Bu noktada Bediüzzaman’ın tercih ettiği doğru yol ise vahdetü’ş-şuhûddur: Varlıklar vardır, ama Allah’tan başka hiçbir şeyin gerçekliği yok gibi görünür. Yani varlığı silmez ama onun Allah’a nisbetle gölge (zıll) olduğunu bildirir.
- Zevkli Fakat Tehlikeli: Niçin Orada Kalıyorlar?
Vahdetü’l-vücud hali, sülûk yolundaki salike yoğun bir vecd, aşk ve istiğrak hâli verir. Kendisini tamamen Allah’ın varlığı içinde hisseden kişi, “Ben yokum, yalnız O var” diyerek derin bir ruhî haz yaşar. Bu ise, nefsi susturan, kalbi konuşturan bir lezzet ihtiva ettiğinden, kişi orada takılıp kalmak ister.
Ancak burada büyük bir tehlike vardır:
Hal, hakikat sanılır.
Mahluk, Hâlık gibi anlaşılır.
Tevhid, tenzihten sapar.
İşte bu noktada, Bediüzzaman’ın ikazı bir kurtarıcıdır. Der ki:
> “Orada kalmak uygun değildir. Orası sadece bir istasyon gibidir. Gaye orası değildir.”
- Dengeyi Kurmak: Tevhid, Tenzih, Tecellî
Bediüzzaman’ın metodolojisi, bu gibi konularda büyük bir tevhid-tasavvuf-sünnet dengesi sunar:
Tevhid: Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur.
Tenzih: Allah hiçbir mahlûka benzemez.
Tecellî: Kâinat Allah’ın isimlerinin eseridir, O değildir.
Bu denge, hem kalbi yakar hem aklı ikna eder. Vahdetü’l-vücud gibi meşrepler ise sadece kalbi coşturur ama aklı ikna edemeyebilir. Aklı dışlayan bir zevk, tehlikeye yakındır. İslam’ın hakikati ise akıl ve kalbin birlikte kulluk etmesidir.
- Hikmetli ve İbretli Sonuç: Mertebeleri Karıştırma
Her manevi yolun bir mertebesi, bir safhası, bir hali vardır. Lakin her hâli hakikat sanmak, aynada kendini görmekle güneşi bulduğunu zannetmeye benzer. Vahdetü’l-vücud işte böyledir:
Göz kamaşır, gönül sevinir ama görüş netleşmemiştir.
Hakk’a yaklaşılır ama Hakk tam olarak idrak edilmemiştir.
Kendi yok olur ama O’nun sonsuz varlığı henüz hakkıyla tanınmamıştır.
O yüzden bu hâl bir duraktır, son durak değil.
Sonuç ve Özet
Vahdetü’l-vücud bir hakikat değil, bir meşrep ve nâkıs bir mertebedir. Manevi yolculukta bazı saliklerin girdiği bu hâl, Allah’a yakınlık hissi doğurduğu için lezzetlidir. Ancak burada kalmak, hakikatin tamamı zannetmek yanlıştır. Varlıkların Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellîsinden ibaret olduğu, fakat O’nun zâtı ile aynı olmadığı unutulmamalıdır. Her şey O değil, her şey O’ndandır. Tevhid bu çizgide kemâle erer.
⟪ÖZET⟫
Vahdetü’l-vücud bir meşreptir, hakikat değildir.
Zevkli olduğu için bazı salikler bu hâlde kalır.
Ancak bu mertebe noksandır, aşılması gerekir.
Doğru anlayış: Eşya vardır ama Allah’a bağlıdır.
Hakikat: Varlık Allah değildir; O’nun mahlûkudur.
Tevhid, tenzih ve tecellî dengesi korunmalıdır.