Tevhidin Safiyeti ve Vesaitin Perdesi

Tevhidin Safiyeti ve Vesaitin Perdesi

“İslâmiyet’in esası, mahz-ı tevhiddir; vesait ve esbaba tesir-i hakiki vermiyor, icad ve makam cihetiyle kıymet vermiyor.

   Hristiyanlık ise “velediyet” fikrini kabul ettiği için vesait ve esbaba bir kıymet verir, enaniyeti kırmaz. Âdeta rububiyet-i İlahiyenin bir cilvesini azizlerine, büyüklerine verir.

اِتَّخَذُٓوا اَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّٰهِ

âyetine mâsadak olmuşlar.”
Mektubat

İslâmiyet ve Hristiyanlığın İnanç Farklılıkları Üzerine Bir Tefekkür

İnsanlık tarihi boyunca hakikat arayışı, kimi zaman sadeliği ve tevazuu merkeze alırken; kimi zaman da vesileleri kutsallaştırarak aslî kaynağı unutturmuştur. Bu açıdan Bediüzzaman Said Nursî’nin Mektubat’ta yaptığı şu tahlil, dinler tarihine dair derin bir kavrayış sunar:

> “İslâmiyet’in esası, mahz-ı tevhiddir; vesait ve esbaba tesir-i hakiki vermiyor… Hristiyanlık ise ‘velediyet’ fikrini kabul ettiği için vesait ve esbaba bir kıymet verir, enaniyeti kırmaz.”

Bu cümleler, İslâmiyet ile Hristiyanlık arasında derin metafizik bir farkın kapısını aralar: Tevhidin saflığı ile şirkten doğan aracılığın kıyaslaması.

Tevhid: Doğrudan Allah’a Bağlılık

İslâm, baştan sona tevhid üzerine inşa edilmiştir. “La ilâhe illallah” cümlesi, her türlü aracıya, sebebe, şirk unsuruna karşı çıkan bir hakikat beyanıdır. Bu dinin özünde, insan ile Allah arasında hiçbir mânevî perde yoktur. Dua doğrudan Allah’a yapılır; şefaat bile Allah’ın izniyle olur. Peygamberler dahil hiç kimse, bağımsız bir kudret sahibi değildir.

Bu anlayış, insanın fıtratına tam uygundur. Çünkü insan, doğrudan kudretin merkezine yönelmek ister. Vesilelere mahkûm olmak değil, Rahmân’ın huzuruna aracısız çıkmak ister.

Hristiyanlıkta Vesilelerin Kutsanması ve Tevhidin Bozulması

Hristiyanlık, özellikle Pavlus sonrası dönemde “velediyet” (Allah’ın oğlu fikri) inancıyla birlikte, tevhidî özünü kaybetmiştir. Baba-Oğul-Kutsal Ruh üçlemesi, bir bakıma farklı varlıkları ilahlaştırmış ve tek olan İlâh anlayışını parçalara ayırmıştır.

Bu parçalanma, sadece metafizik alanda kalmamış; sosyal hayata da sirayet etmiştir. Papazlar, azizler, ruhban sınıfı, Allah ile kul arasına giren kutsal simalar hâline gelmiş; insanlar dualarını doğrudan Allah’a değil, bu azizler üzerinden yapmaya başlamıştır. İşte Kur’ân’ın şu ayeti, tam da bu bozulmaya işaret eder:

> “Onlar hahamlarını ve rahiplerini Allah’tan başka rabler edindiler…” (Tevbe, 31)

Bediüzzaman’ın bu ayeti hatırlatması, tevhidin nasıl bozulduğuna dair Kur’ânî bir uyarıdır. İnsanların Allah’a değil, Allah’ın kullarına kulluk etmeye başlaması, en büyük sapmadır.

İslâmiyet Enaniyeti Nasıl Kırar?

İslâmiyet, vesilelere değer vermez değil; fakat onların bağımsız etkisini reddeder. Sebepler yaratmaz, yalnızca yaratılmaya zemin hazırlar. Her şeyin arkasındaki kudret, doğrudan Allah’a aittir. Bu anlayış, insanın enaniyetini kırar, gururunu törpüler, şükür ve teslimiyeti öğretir.

Eğer insan, yaptığı iyiliği, sahip olduğu başarıyı, elde ettiği ilmi kendi şahsına değil de Allah’ın lütfuna bağlarsa; hem tevazu kazanır hem de kulluğunu kemale erdirir. İşte İslâm’ın aradığı budur: Kulun kulluğunu bilmesi ve sadece Rabbine yönelmesi.

Vesileye Değil, Vahide Dayanmak

Bugün modern dünyada da insanlar sebeplerin içinde boğulmuş, ilahî iradeyi unutur hâle gelmiştir. Teknoloji, bilim, ideolojiler… Bunların hepsi birer vesiledir, ama hakiki kudret sahibi değildir. İslâm, vesileleri tanır ama onları asla bağımsızlaştırmaz. Her başarıda, her güzellikte, her iyilikte “Meşietullah” vardır. O isterse olur, istemezse bütün sebepler birleşse yine olmaz.

Özet

Bu makalede, İslâmiyet ile Hristiyanlık arasındaki temel inanç farkı; tevhid ve vesileler açısından incelenmiştir. İslâmiyet, mahz-ı tevhid üzere kurulmuş, sebeplere hakiki tesir vermez; Allah’a doğrudan bağlanmayı esas alır. Hristiyanlık ise velediyet inancıyla, azizleri ve ruhban sınıfını ilahlaştırarak tevhidi zedelemiş, vesileleri kutsallaştırmıştır. Bediüzzaman’ın bu tahlili, yalnızca dinî bir eleştiri değil, aynı zamanda imanî saflığı korumanın bir çağrısıdır. Her müminin, Allah’tan başka kudret tanımaması gerektiği, tevazu ve teslimiyet içinde yaşaması gerektiği anlatılmıştır. Tevhid, hem inancın hem de insanlığın temelidir.

 

Loading

No ResponsesHaziran 27th, 2025