Muhabbet Medeniyeti ve Adavet Felaketi
Muhabbet Medeniyeti ve Adavet Felaketi
“Muhabbete en lâyık şey muhabbettir ve husûmete en lâyık sıfat husûmettir. Yâni hayat-ı içtimâiye-i beşeriyeyi temin eden ve saadete sevk eden muhabbet ve sevmek sıfatı, en ziyâde sevilmeğe ve muhabbete lâyıktır. Ve hayat-ı içtimâiye-i beşeriyeyi zîr ü zeber eden düşmanlık ve adâvet, her şeyden ziyâde nefrete ve adâvete ve ondan çekilmeğe müstehak ve çirkin ve muzır bir sıfattır.”
Hutbe-i Şamiye
İnsan sosyal bir varlıktır. Varlığını sürdürebilmesi, huzurlu bir şekilde yaşayabilmesi ve insanca bir hayat sürebilmesi; içtimâî dayanışmaya, karşılıklı anlayışa ve en temelde muhabbete bağlıdır. Muhabbet, hem fertler arası ilişkilerin hem de toplumların ruhudur. Bediüzzaman Said Nursî’nin ifadesiyle “muhabbete en lâyık şey muhabbettir.” Zira muhabbet; sevmek, merhamet etmek, affetmek, kucaklamak ve yaşatmak demektir. İşte bu sıfat, kendisiyle hemhâl olan bir yürek ister. Ve kendi türünü yani muhabbeti sevmeye en çok muhabbetin kendisi lâyıktır.
Tam aksine, hayat-ı içtimâiye-i beşeriyeyi tahrip eden, insanı insana düşman eden, kalpleri karartan ve toplumları çürüten bir diğer sıfat vardır: Husûmet ve adavet. Düşmanlık tohumları ekilen bir toplumda huzur beklemek boşunadır. Çünkü düşmanlık; nefreti besler, kini körükler, bölünmeyi doğurur. Ve en nihayetinde insanlar birbirini kemiren yırtıcılar haline gelir.
Bu çağın en büyük musibetlerinden biri, adeta bir salgın hastalık gibi yayılan kalpsizliktir. İnsanlar birbirine güvenmez olmuş, en küçük meselelerde dahi düşmanlıklar büyümüş, kardeş kardeşe hasım kesilmiştir. Oysa ki insan, yaratılışı itibariyle muhabbet için yaratılmıştır. Kalbinin hamuru şefkatle yoğrulmuştur. Bir annenin evladına olan şefkati, bir insanın dostuna olan sadakati, bir çocuğun masum tebessümü; hep o İlâhî muhabbetin yeryüzündeki yansımalarıdır.
İşte bu sebeple, muhabbetin kendisi zaten başlı başına bir değer ve hedeftir. Sevmenin, affetmenin ve kucaklamanın güzelliği, yalnızca neticesinde elde edilen faydalardan değil, bizzat bu eylemlerin özündeki yücelikten ileri gelir. Yani bir insan başkasını seviyorsa, bu sevgi onun kendi ruhunu da güzelleştirir, kalbini de huzura erdirir.
Bediüzzaman’ın ifadesiyle muhabbet, içtimâî hayatı temin ederken; adavet, onu zîr ü zeber eder. Çünkü bir toplumda muhabbet varsa, fertler arasında güven vardır. Güven varsa iş birliği doğar. İş birliği varsa kalkınma ve medeniyet olur. Tam tersine düşmanlık hâkimse, herkes birbirine şüpheyle bakar, insanlar kabuklarına çekilir, yalnızlaşır ve toplum çürümeye başlar.
Muhabbet sadece bireylerin değil, ümmetin de dirilmesidir. Kardeşliği, dayanışmayı, barışı mümkün kılan esas; muhabbetin hâkim olduğu bir zemindir. Bugün İslâm dünyasının karşı karşıya kaldığı birçok sosyal, siyasi ve ahlâkî buhranın temelinde; araya ekilmiş husûmet tohumlarının büyümesi vardır. Mezhepçilik, ırkçılık, çıkar çatışmaları gibi unsurlar; ümmeti birbirine düşman ederken, asıl düşmanlarını ise gözden kaçırmaktadır.
Şu halde yapılması gereken şey, Bediüzzaman’ın çağrısını kulaklara değil kalplere nakşetmektir: Muhabbeti yaymak, düşmanlığı terk etmek. Sevmek için bahane aramak, nefret etmek için değil. Affetmek için fırsat kollamak, intikam için değil. Zira affeden büyür, düşmanlık eden küçülür.
Özet:
Bu makalede, Bediüzzaman Said Nursî’nin Hutbe-i Şamiye’deki “Muhabbete en lâyık şey muhabbettir…” sözü etrafında muhabbetin sosyal hayat üzerindeki tesiri ve adavetin tahribatı ele alınmıştır. Muhabbet, insanı insana bağlayan, toplumu ayakta tutan İlâhî bir cevherdir. Düşmanlık ise kalbi karartır, içtimâî yapıyı çökertir. İnsanın yaratılışı muhabbet esaslıdır ve bu sevgi tüm insanlıkta yayılmalıdır. Makale, İslâm dünyasındaki birlik ihtiyacını da bu çerçevede değerlendirerek, muhabbetin yayılmasının zaruretine işaret etmektedir.