İltizam ve İz’an: İslâmiyet ile İman Arasındaki İnce Hat

İltizam ve İz’an: İslâmiyet ile İman Arasındaki İnce Hat

“İslâmiyet iltizamdır, iman iz’andır. Tabir-i diğerle İslâmiyet, hakka tarafgirlik ve teslim ve inkıyaddır; iman ise hakkı kabul ve tasdiktir.”
Mektubat

Kâinatta her şey bir nizam üzere yaratılmıştır. Bu nizamın merkezinde hakikat, hakikatin özünde ise iman ve İslâmiyet vardır. Bediüzzaman Said Nursî’nin veciz ifadesiyle:
“İslâmiyet iltizamdır, iman iz’andır. Tabir-i diğerle İslâmiyet, hakka tarafgirlik ve teslim ve inkıyaddır; iman ise hakkı kabul ve tasdiktir.”
Bu cümle, bir Müslümanın dinle olan bağını iki yönüyle ele alır: Kalbin tasdiki (iman) ve davranışsal bağlılık (İslâmiyet). Bu iki kavram, birbirinden ayrı gibi görünse de, bir kuşun iki kanadı gibidir; biri olmadan uçuş gerçekleşmez, hedefe varılamaz.

  1. İz’an: Hakkı Tanımak ve Tasdik Etmek

İz’an, sıradan bir bilgilenme veya yüzeysel bir kabul değildir. Derin bir idrak, ikna ve deruni mutmainliktir. İman da işte bu iz’anla gerçekleşir. Sadece “Allah vardır” demek değil, “Bu hakikati kalbimle kavradım ve benimsedim” demektir. Bu sebeple iman, insanın varlığına yön veren, ruhunu doyuran, aklını tatmin eden marifet temelli bir tasdiktir.

İman; Allah’ı bilmek, tanımak, sevmek ve güvenmektir. Bu kabul, kişiyi ahirete hazırlayan en temel sermayedir. Ancak bu tasdik, hayatta bir karşılık bulmazsa, eksik ve sönük kalır. İşte burada İslâmiyet devreye girer.

  1. İltizam: Hakka Tarafgirlik ve Teslimiyet

İltizam, bir şeyi benimseyip onun arkasında durmak, bir davaya gönül vermek, o yolda kararlılık göstermektir. İslâmiyet, hakka yönelişin, ilahi nizama gönülden bir bağlılığın adıdır. Sadece teorik bir inanç değil, pratik bir yöneliş ve teslimiyettir.

Bir Müslüman, Allah’ın hükümlerini iltizam ederek, sadece O’na boyun eğer. Namazla, oruçla, ahlakla, muameleyle, hayatın her alanında Allah’ın emirlerine tâbi olduğunu gösterir. Bu, iz’anın davranışa yansıması, imanın ete-kemiğe bürünmesidir. Bu yüzden İslâmiyet sadece bir isim değil; bir tavır, bir duruş, bir teslimiyettir.

  1. İman–İslâm Dengesi: Kalp ile Fiil Arasında Köprü

İman, dahili bir kabuldür; İslâmiyet ise zahiri bir yöneliştir. Birincisi Allah’a inancı kalpte kökleştirir, ikincisi o inancı hayata taşır. İman, düşünceyi; İslâmiyet ise davranışı şekillendirir. Bu denge olmazsa, dinin ruhu ya kuru bir şekilciliğe ya da soyut bir teoriliğe indirir.

Tarihte de bu ayrımın yanlış anlaşılması iki sapkınlığa sebep olmuştur:

Sadece şekli ibadetlere yönelen, ama kalben tatmin olmayan şekilcilik (zahirîlik)

Sadece kalpte bir inancı yeterli gören, ama amel ve itaati hiçe sayan tembellik (lafzî tasdikçilik)

Oysa kurtuluş, bu ikisini beraber taşıyan bir kullukta gizlidir.

  1. Zamanımızda Dengeyi Kaybetmek

Modern çağda, bazı insanlar yalnızca “kalben inanmanın yeterli” olduğunu iddia ederken, bazıları da inancın ruhunu göz ardı edip yalnızca şekli davranışlara odaklanıyor. Halbuki ne sadece kalp yeterlidir, ne de yalnızca beden. Allah, hem kalbi hem bedeni ister. Hem iz’anla iman edilmeli, hem iltizamla teslim olunmalıdır.

Özet:

Bu makalede, Bediüzzaman’ın “İslâmiyet iltizamdır, iman iz’andır” ifadesi merkeze alınarak; iman ve İslâmiyet arasındaki ilişki açıklanmıştır. İman, kalbin derin kavrayışıyla hakkı tasdik etmektir (iz’an); İslâmiyet ise o tasdikin hayata yansıyan tarafgirliği, teslimiyetidir (iltizam). Bu iki yön bir arada olmazsa, din eksik kalır. Kurtuluş, hem kalple hakkı kabulde, hem de hayatla ona yönelmekte gizlidir. Din, hem sevgiyle inanmayı, hem de sadakatle yaşamayı emreder.

 

Loading

No ResponsesHaziran 27th, 2025