Heme Ezost, Heme O Nîst: Varlık, Tecellî ve Tevhid Dengesi

Heme Ezost, Heme O Nîst: Varlık, Tecellî ve Tevhid Dengesi

“Cenab-ı Hakk’ın

لَيْسَ كَمِثْلِهٖ شَىْءٌ

mazmunu üzere, hiçbir şey ile müşabeheti yok. Tahayyüz ve tecezziden münezzehtir. Mevcudatla alâkası, hâlıkıyettir. Ehl-i vahdetü’l-vücudun dedikleri gibi mevcudat, evham ve hayalat değil. Görünen eşya dahi Cenab-ı Hakk’ın âsârıdır. “Heme ost” değil “Heme ezost”tur. Yani her şey o değil belki her şey ondandır. Çünkü hâdisat, ayn-ı Kadîm olamaz.”
Mektubat

> “لَيْسَ كَمِثْلِهٖ شَىْءٌ”
(“O’nun benzeri hiçbir şey yoktur.” – Şûrâ, 11)

Bu ayet, Allah’ın her türlü benzerlikten, sınırdan, cisimden, zaman ve mekân kaydından mutlak surette münezzeh olduğunu beyan eder. Cenab-ı Hak, mahlûkat gibi bir yere sığmaz, parçalanmaz, bölünmez. O’nun yaratılmışlarla olan ilişkisi, halıkıyet yani yaratıcılığı cihetiyledir. Ne yarattıkları O’dur, ne de O yarattıklarının içindedir.

İşte bu, İslam akaidinin en dengeli ve en derin ifadesidir.

  1. Tenzih ile Tevhid Arasında İnce Bir Yol: Ne “Heme Ost”, Ne de Tabiat

Bazı tasavvuf akımları, özellikle vahdetü’l-vücud görüşü içinde, varlığı “tek bir hakikat” olarak yorumlayıp, “Her şey O’dur” (Heme o’st) demiştir. Bu yaklaşım, niyet itibariyle Allah’a yakınlaşmak için olsa da, tehlikeli bir noktaya temas eder: yaratılanla Yaratan arasındaki farkı silme riski.

Bediüzzaman Hazretleri ise bu konuda büyük bir ölçü sunar:

> “Heme ost değil, heme ezost.”
“Her şey O değildir, fakat her şey O’ndandır.”

Bu cümle, hem vahdet-i vücut fikrinin sapmasını düzeltir, hem de mutlak tenzihin sınırını belirler. Allah birdir, eşi ve benzeri yoktur. Eşya ise O’nun yaratmasıyla vardır. Allah ile eşya arasındaki ilişki, hulûl (iç içe geçme) veya ittihad (bir olma) değildir. İlişki yaratılmışlık ve sanat ilişkisidir.

  1. Eşya Allah Değildir; Eşya Allah’tandır

Kâinatta gördüğümüz her şey; dağlar, yıldızlar, su damlaları, kuşlar ve insanlar… Allah’ın kudretiyle vücut bulmuş mahlûklardır. Ancak bunların hiçbiri O’nun zâtı değildir. Çünkü:

O sonsuzdur, mahlûk sınırlıdır.

O ezelîdir, eşya sonradan yaratılmıştır.

O kadîmdir, eşya hâdistir.

O’nun varlığı vaciptir, eşyanınki mümkündür.

Bu fark, varlıkta asla kaybolmaz. Evet, her şey Allah’ın isimlerinin, sıfatlarının birer tecellîsidir; ama zât-ı İlâhî ile aynı değildir.

  1. Felsefenin ve Tasavvufun Sapma Noktası: Ayn-ı Kadîm Olmak

Bazı felsefî ve tasavvufî görüşlerde, varlıkların Allah’ın kendisi olduğu (ayn-ı kadîm) iddia edilmiştir. Bu ise yaratıcı ile yaratılan arasındaki farkı ortadan kaldırmak demektir. Böyle bir düşünce, şu üç büyük hataya kapı aralar:

  1. Şirk: Allah’tan başka varlıkları da ilahi bir hakikat gibi görmek.
  2. Hulûl: Allah’ın eşyanın içine girdiği inancı.
  3. Vahdet-i mevcûd: Varlığın tek bir cevher olduğu ve o cevherin Allah olduğu görüşü.

İslam ise bu üç yolu da kapatır. “لَيْسَ كَمِثْلِهٖ شَىْءٌ” ayetiyle, Allah’ın her türlü benzerlikten ve cisimsel nitelikten münezzeh olduğunu bildirir. Kısaca: Eşya Allah değildir; Allah da eşyanın içinden ibaret değildir.

  1. Hikmetli ve İbretli Bir Gerçek: Sanatkâr ile Sanat Arasındaki Fark

Her sanat, sanatkârına işaret eder; ama sanatkâr değildir. Bir tablo, ressamı anlatır; fakat ressam olmaz. Bir kitap, müellifi tanıtır; ama müellif değildir. Aynen öyle de:

Güneş Allah’ın nur ismini gösterir; ama O değildir.

Yağmur rahmeti hatırlatır; ama rahmetin kendisi değildir.

İnsan, Allah’ın kudretinin eseridir; ama Allah’ın zatı değildir.

Bu ayrım, hem Allah’a yaklaşmayı sağlar hem de tevhidi bozmadan düşünmeyi mümkün kılar. Çünkü tevhid, sadece bir Allah’a inanmak değil; aynı zamanda O’nu her şeyden ayrı bilip her şeyi O’na bağlayabilmektir.

  1. Mantıklı ve Düşündürücü Bir Yaklaşım: Sonsuz Olan, Sonluya Sığmaz

İnsan aklı şu ilkeyi asla unutmaz:

> Sonsuz olan, sonluya sığmaz.

Allah, zamanın içine sığmaz çünkü zamandan önce vardır. Mekâna sığmaz çünkü mekânı O yaratmıştır. Cisme benzemez çünkü cisim O’nun sanatıdır. O halde varlıkla O arasındaki ilişki, ancak şu şekilde tanımlanabilir:

> Mevcudat Allah’tandır, Allah mevcudat değildir.

Bu ifade, hem tenzih hem teşbihi, hem aşk hem aklı, hem tasavvufu hem kelâmı birleştiren en hikmetli cümledir.

Sonuç ve Özet

Bu derin bahis bize şunu öğretiyor:
Allah, mutlak bir şekilde münezzehtir. O’nun zâtı yaratılmış hiçbir şeye benzemez. Görülen bütün varlıklar, Allah’ın kudretiyle yaratılmış, hikmetiyle düzenlenmiş ve rahmetiyle donatılmıştır. Ama bu eşya, Allah’ın kendisi değildir; sadece O’ndan bir eser, bir âsâr, bir tecellîdir.

İşte Bediüzzaman’ın ifadesiyle:

> **“Heme ost” (Her şey O’dur) değil,
“Heme ezost” (Her şey O’ndandır) demek en selametli ve en hakikatli yoldur.

ÖZET

Allah hiçbir şeye benzemez. (“لَيْسَ كَمِثْلِهٖ شَىْءٌ”)

Eşya Allah’ın eseri ve âsârıdır, O’nun zâtı değildir.

Varlık Allah’tandır ama Allah değildir.

Eşya hakikîdir ama Allah’ın yaratmasıyla vardır.

Heme ost gibi ifadeler tehlikelidir; doğrusu Heme ezosttur.

Tevhid, Allah’ı tanımak ve mahlûkları da Allah’a götüren işaretler olarak görmektir.

 

Loading

No ResponsesHaziran 27th, 2025