EY VATAN EVLATLARI

EY VATAN EVLATLARI

“Ey ehl-i Kur’an olan şu vatanın evlatları! Altı yüz sene değil belki Abbasîler zamanından beri bin senedir Kur’an-ı Hakîm’in bayraktarı olarak, bütün cihana karşı meydan okuyup Kur’an’ı ilan etmişsiniz. Milliyetinizi, Kur’an’a ve İslâmiyet’e kale yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müthiş tehacümatı def’ettiniz, tâ

يَاْتِى اللّٰهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُٓ اَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنٖينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرٖينَ يُجَاهِدُونَ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ

âyetine güzel bir mâsadak oldunuz. Şimdi Avrupa’nın ve Frenk-meşrep münafıkların desiselerine uyup şu âyetin evvelindeki hitaba mâsadak olmaktan çekinmelisiniz ve korkmalısınız!”
Mektubat

Bin Yıllık Mirasın Sancaktarları: Kur’an’a Kale Olan Bir Millet

Mektubat’tan alıntıladığınız bu derin ifadeler, bir milletin tarihi misyonunu ve kimlik şuurunu çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Bu metin, sadece geçmişe bir övgü değil, aynı zamanda geleceğe yönelik sert bir uyarıdır. “Kur’an-ı Hakîm’in bayraktarı” olmak, basit bir unvan değil, bin yıllık bir sorumluluğun, bir adanmışlığın ifadesidir.
Bu sözlerin işaret ettiği gibi, Türkler Abbasi döneminden bu yana, yaklaşık bin yıldır İslam medeniyetinin öncülüğünü üstlenmişlerdir. Bilimden sanata, siyasetten hukuka kadar İslam medeniyetinin en parlak dönemleri, Türklerin bu bayraktarlığı üstlenmesiyle yaşanmıştır. Bu durum, bir milletin kendi varlığını, inandığı değerler uğruna adaması ve bu uğurda cihanla mücadele etmesidir. “Milliyetinizi, Kur’an’a ve İslâmiyet’e kale yaptınız,” ifadesi, bu ilişkinin en güzel özetidir. Milliyet, kuru bir ırkçılık veya coğrafi aidiyet olmaktan çıkmış, bir inancın, bir medeniyetin koruyucu kalesi haline gelmiştir. Bu kale, hem içeriden hem de dışarıdan gelen tehacümatı (saldırıları) def’edebilen sağlam bir yapı olmuştur.

İbretli Bir Ayet ve Mâsadak Olma Vasıfları
Metinde vurgulanan en önemli nokta, Mücadele Suresi’nin 54. ayetidir:
يَاْتِى اللّٰهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُٓ اَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنٖينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرٖينَ يُجَاهِدُونَ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ
“Allah, yakında bir kavim getirecek ki, O onları sever, onlar da O’nu severler; mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve şiddetlidirler. Allah yolunda cihat ederler…”
Bu ayet, bir topluluğun vasıflarını sayar: Allah’ı seven ve O’nun tarafından sevilen, Müslümanlara karşı mütevazı ve şefkatli, inkârcılara karşı ise izzetli ve vakur olan bir topluluk.
Metin, Türk milletinin bin yıllık tarihinde bu ayetin “güzel bir mâsadakı” (uygun bir örneği) olduğunu belirtir. Bu, tarihi bir başarı belgesidir. Türkler, İslam coğrafyasında Müslümanlara kol kanat germiş, birliği sağlamış ve aynı zamanda İslam’a düşmanlık eden güçlere karşı da duruş sergilemişlerdir.

Düşündürücü Bir Uyarı
Ancak metin, geçmişe övgüyle yetinmez, aynı zamanda keskin bir uyarıda bulunur: “Şimdi Avrupa’nın ve Frenk-meşrep münafıkların desiselerine uyup şu âyetin evvelindeki hitaba mâsadak olmaktan çekinmelisiniz ve korkmalısınız!”
Bu uyarı, modernleşme adı altında kendi öz değerlerinden, inancından ve tarihinden uzaklaşma tehlikesine işaret eder. “Frenk-meşrep münafıklar,” Batı’nın değerlerini sorgulamadan benimseyen, kendi medeniyetine yabancılaşmış, ikiyüzlü bir zihniyeti temsil eder. Onların “desiseleri” (hileleri), bir milleti Kur’an’a kale olmaktan çıkarmayı, onu kimliksiz, güçsüz ve rotasız bırakmayı hedefler.
Bu desiselerin en tehlikelisi, belki de İslam’ı gericilikle, Türk kimliğini ise bir asırdan fazla süren bir başarısızlık tarihiyle eşleştirmeye çalışmaktır. Bu algı operasyonları, insanları kendi “mefahirinden” (gurur duyduğu başarılarından) utandırmaya, manevi bağlarını koparmaya ve böylece onlara yeni bir kimlik dayatmaya çalışır.

Mantıkî ve Hikmetli Bir Sonuç
Bu metnin mantığı oldukça basittir: Bir milletin gücü, sadece ordusundan, ekonomisinden veya teknolojisinden gelmez. Asıl gücü, onu bir arada tutan ortak idealinden ve manevi bağlarından gelir. Türk milleti için bu ideal, bin yıldır İslam sancağını taşımak olmuştur. Bu sancağın indirilmesi, Türk milletinin kendi tarihinden, kültüründen ve ruhundan vazgeçmesi anlamına gelir ki, bu da bir nevi intihardır.
Günümüz dünyasında, bu mesajın önemi daha da artmıştır. Küreselleşmenin getirdiği kültürel erozyon ve kimlik bunalımları karşısında, bir milletin ayakta kalabilmesi için köklerine sıkı sıkı sarılması gerekir. Bu kökler, sadece toprak değil, aynı zamanda maneviyat, tarih ve inançtır. Kur’an’a kale olmak, teknolojiye, bilime veya kalkınmaya karşı olmak değil, aksine bütün bu ilerlemeleri manevi değerlerle birleştirerek daha anlamlı ve insanlık için faydalı hale getirmektir.

Özet
Bu makale, Mektubat’tan alınan bir iktibas ışığında, Türk milletinin bin yıllık tarihi misyonunu ve İslamiyet’le olan ayrılmaz bağını ele almaktadır. Türklerin, Abbasi döneminden beri Kur’an’ın bayraktarlığını yaparak, milliyetlerini İslam’a bir kale haline getirdikleri anlatılmıştır. Bu birleşme sayesinde, milletin zorlu saldırıları bertaraf ettiği ve Kur’an’da bahsedilen, “Allah’ın sevdiği ve O’nu seven” vasıflarına sahip bir topluluk (mâsadak) olduğu belirtilmiştir. Makale, günümüzdeki “Frenk-meşrep münafıkların” desiseleriyle (hileleriyle) bu bağın koparılmaya çalışıldığına dikkat çeker ve bu tehlikeye karşı uyanık olma çağrısı yapar. Sonuç olarak, bir milletin gücünün ve varlığının, maddi kalkınmanın yanı sıra manevi ve tarihi köklerini korumasına bağlı olduğu anlatılır.

 

Loading

No ResponsesHaziran 27th, 2025