Beşerin Kaderi ve Hakikatin Galebesi
Beşerin Kaderi ve Hakikatin Galebesi
“âhirette Cennet ve Cehennem’in zarurî vücudları gibi, hayır ve hak din istikbalde mutlak galebe edecektir. Tâ ki, nev’-i beşerde dahi sâir neviler gibi hayır ve fazilet galib-i mutlak olacak. Tâ beşer de sâir kâinattaki kardeşlerine müsâvi olabilsin ve sırr-ı hikmet-i ezeliye nev’-i beşerde dahi takarrur etti denilebilsin.”
Hutbe-i Şamiye
İnsanlık tarihi boyunca hak ile bâtıl, hayır ile şer, adalet ile zulüm arasında bitmek bilmeyen bir mücadele yaşanmıştır. Bu mücadele bazen zahirde şerrin galebesiyle, zulmün hükümfermasıyla neticelense de hakikatte bu bir imtihanın perdesidir. Bediüzzaman Said Nursî’nin Hutbe-i Şamiye’de ifade ettiği üzere, nasıl ki âhirette Cennet ve Cehennem’in varlığı zarurîdir ve İlâhî adaletin tecellisidir, aynı şekilde bu dünyada da neticede hayır, hakikat ve hak din galip gelecektir. Çünkü kâinattaki hikmet, intizam, nizam ve maslahat bunu gerektirir.
Beşerin bu galibiyete ulaşması, bir tesadüfün değil, ezelî hikmetin gereğidir. Zira kâinata hükmeden ilâhî sistem, hiçbir mahluku abes yaratmamıştır. Güneşin doğması, yıldızların seyri, çiçeklerin açması nasıl hikmetli ve maksatlı ise, beşerin yaratılması da aynı şekilde büyük bir gaye taşır. Ve bu gayenin zirvesi, beşerin hakikate yönelmesi, külli istidadını inkişaf ettirmesi ve kâinattaki kardeş neviler gibi fazilette galib-i mutlak olmasıdır.
İnsan, irade sahibi bir varlık olarak, hem yükselişe hem de düşüşe namzettir. Ancak tarihî süreçte görülen odur ki; her ne kadar şer, geçici parlamalarla sahnede yer bulsa da kalıcı olmamıştır. Firavunlar, Nemrutlar, diktatörler ve zâlim sistemler bir süre hüküm sürmüş; fakat neticede tarihin karanlık sayfalarına gömülmüşlerdir. Buna mukabil, peygamberlerin, âlimlerin, salihlerin ve hak ehlinin getirdiği hakikat nurunun tesiri zamanla daha da kuvvet kazanmış; yüzyıllar geçtikçe insanların ruhunda daha derin kökler salmıştır.
Bu apaçık hakikatin bir diğer yönü de, kâinatta görülen muvazene ve denge ile desteklenmektedir. Her şeyde bir denge, bir adalet vardır. Geceden sonra gündüzün gelmesi gibi; zulmün ardından adaletin zuhuru, gafletin arkasından uyanışın gelişi kaçınılmazdır. Zira Cenab-ı Hak, her şeyi bir ölçüyle yaratmıştır. İnsanlık da bu İlâhî ölçüye uygun bir istikamete yönelmek zorundadır.
Bediüzzaman’ın deyimiyle, beşer nev’i, diğer kâinat unsurları gibi hikmete mütenasip bir şekilde “istikamet” üzere gitmedikçe, yaratılışın hikmeti tamamlanmış sayılmaz. Yani insanlık ailesi, kendi içindeki ihtilafları ve zıtlıkları çözüp, hak ve fazilette birleştiğinde, kâinattaki diğer yaratılmışlarla ahenk içinde “hikmet dairesi”ne dâhil olabilir.
Bu sebeple, İslâmiyet’in bir barış, adalet ve hakikat dini olarak istikbâlde galebe edeceği, sadece bir temenni değil; aynı zamanda bir kader-i İlâhînin cilvesidir. Bugünün zahiren perişan ve dağınık manzaraları bu İlâhî vaadin hilafına değildir. Bilakis, karanlığın en koyu olduğu anın şafağa en yakın zaman olduğu gibi, bu da bir zuhuratın habercisidir.
Netice itibariyle, hayır ve faziletin mutlak galebesi, insanlık tarihinin en büyük müjdesidir. Bu galebe, sadece bir dinin değil, aynı zamanda insanlık onurunun, adaletin ve hürriyetin zaferi olacaktır. İşte o zaman, “hikmet-i ezeliye beşerde de takarrur etti” denilecek ve insanlık kendi kemâl noktasına ulaşacaktır.
Özet:
Bu makalede Bediüzzaman Said Nursî’nin “Hutbe-i Şamiye” adlı eserindeki bir ifadeden hareketle, insanlık tarihinde hayır ve hakikatin mutlak galibiyeti fikri işlenmiştir. Cennet ve Cehennem’in zarurî varlığı gibi, dünyada da hak dinin galebesi bir kader-i İlâhîdir. Beşerin yaratılış gayesi, kâinatın hikmetine uygun olarak hakikate yönelmek ve fazilette galip olmaktır. Geçici şer dönemlerine rağmen, tarihi süreç hakikatin kalıcı zaferine şahitlik etmektedir. Bu galebe, hem İlâhî hikmetin bir gereği hem de insanlık onurunun kemâli olacaktır.