BEŞERİN HAYATININ TEMİNATI
BEŞERİN HAYATININ TEMİNATI
“Beşerin hayat-ı içtimaîsinde bütün ahlâksızlığın ve bütün ihtilalatın menşei iki kelimedir:
Birisi: “Ben tok olduktan sonra, başkası açlıktan ölse bana ne?”
İkincisi: “Sen çalış, ben yiyeyim.”
Bu iki kelimeyi de idame eden, cereyan-ı riba ve terk-i zekâttır.
Bu iki müthiş maraz-ı içtimaîyi tedavi edecek tek çare, zekâtın bir düstur-u umumî suretinde icrasıyla vücub-u zekât ve hurmet-i ribadır.”
Mektubat
Toplumsal Hastalığın Kökü: İki Zararlı Söz ve Tedavisi
Mektubat’ta geçen bu derin analiz, beşeriyetin yani insanlığın toplumsal yaşamındaki tüm ahlaki çöküşlerin ve kargaşaların (ihtilalatın) iki temel sebebe dayandığını çok net bir şekilde ortaya koyar. Bu iki kelime, aslında iki farklı zihniyetin ve bencilliğin ifadesidir.
Birinci Hastalık: “Bana Ne?” Zihniyeti
“Ben tok olduktan sonra, başkası açlıktan ölse bana ne?” cümlesi, bireysel bencilliğin ve duyarsızlığın en acımasız ifadesidir. Bu zihniyet, toplumu bir vücut gibi görmek yerine, her bireyi bağımsız ve birbiriyle ilgisiz adacıklar olarak görür. Bu anlayış, sosyal dayanışma duygusunu öldürür. Komşunun derdiyle dertlenmemeyi, yoksulun halini görmezden gelmeyi normalleştirir.
Bu duyarsızlık, toplumda derin bir uçurum oluşturur: Bir tarafta israf ve bolluk içinde yaşayanlar, diğer tarafta ise açlık ve yoksulluk çekenler. Bu durum, kaçınılmaz olarak biriken öfke ve kin tohumlarını filizlendirir. Toplumsal huzurun temel şartı olan empati ve merhamet duygusu yok olduğunda, o toplumda adalet ve eşitlik beklentisi de kalmaz.
İkinci Hastalık: “Sen Çalış, Ben Yiyeyim” Anlayışı
Bu söz, sömürünün ve tembelliğin zirvesidir. Bu anlayışa sahip olanlar, başkalarının emeği üzerinden geçinmeyi kendilerine hak görürler. Kapitalizmin bazı çarpık uygulamalarında veya feodal sistemlerde görülen bu sömürü düzeni, hakkaniyet ve liyakat prensiplerini ortadan kaldırır. Çalışanların emeklerinin karşılığını alamaması, onlara karşı bir adaletsizliktir. Bu durum, toplumsal bir huzursuzluk kaynağıdır.
Çalışan kesimin alın terinin sömürülmesi, toplumsal adaleti zedeler ve isyanlara zemin hazırlar. Üretimin ve emeğin değeri kaybolur, haksız kazanç meşru hale gelir. Bu durum, toplumda “ihtilal” yani büyük karışıklık ve ayaklanmalara yol açan en önemli sebeplerden biridir.
Hastalığın Kaynağı ve Tedavi Reçetesi
Metin, bu iki müthiş sosyal hastalığın temel kaynağını da belirtir: “Cereyan-ı riba (faiz) ve terk-i zekât (zekâtı terk etmek).”
* Cereyan-ı Riba (Faiz): Faiz, paranın emek harcanmadan para kazanmasıdır. Bu, “Sen çalış, ben yiyeyim” anlayışının finansal sistemdeki karşılığıdır. Faiz, zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapar. Zenginler, paralarıyla kolayca para kazanırken, yoksullar borç batağına saplanır. Faiz, servetin toplum içinde adil dağılımını engeller ve serveti tek elde toplar. Bu durum, sınıflar arası nefreti körükler.
* Terk-i Zekât (Zekâtı Terk Etmek): Zekât, İslam’ın en temel sosyal güvenlik ve adalet mekanizmasıdır. Zenginlerin malının bir kısmını fakirlere vermesi, malı “dolaşıma” sokar. Bu, “Ben tok olduktan sonra bana ne” zihniyetini yıkar. Zekât, zengini fakirin halinden haberdar eder, aralarında bir bağ ve şefkat köprüsü kurar. Zekâtın terk edilmesi ise bu köprüyü yıkar, zenginle fakir arasına aşılmaz duvarlar örer.
Metnin sunduğu çözüm ise, bu iki hastalığı tedavi edecek tek çare olarak sunulur: “Vücub-u zekât ve hurmet-i riba” (Zekâtın farz kılınması ve faizin haram olması).
Bu, sadece dini bir hüküm değil, aynı zamanda toplum mühendisliği açısından da dâhiyane bir çözümdür. Zekât, parayı sürekli elden ele dolaştırarak bir ekonomik dönüş oluşturur ve sosyal adaleti sağlar. Faiz ise bu dönüşü keser ve parayı bir havuzda toplar. Zekât, toplumsal huzur ve barışı sağlarken, faiz, sınıfsal çatışma ve ihtilal tohumları eker.
Bu mantık, hem iktisadi hem de sosyolojik olarak geçerlidir. Zekât ve sadaka gibi mekanizmalar, paranın biriktiği yerlerde kilitlenmesini engeller ve ekonomik hayatın canlı kalmasını sağlar.
Özet
Bu makale, Mektubat’ta bahsedilen toplumsal hastalıkların iki temel kaynağını ve tedavi yöntemini ele almaktadır.
İlk hastalık, “Ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne?” şeklindeki duyarsız ve bencil zihniyettir.
İkinci hastalık ise “Sen çalış, ben yiyeyim” anlayışıyla ifade edilen sömürüdür. Makale, bu iki hastalığın asıl kaynağının faiz (riba) ve zekâtın terk edilmesi olduğunu belirtir. Faiz, serveti adaletsiz bir şekilde toplarken, zekâtın verilmemesi zengin ve fakir arasındaki sosyal bağı koparır. Bu iki müthiş hastalığın tek çaresinin ise zekâtın yaygınlaştırılması ve faizin yasaklanması olduğu anlatılır. Bu çözüm, sadece dini bir emir değil, aynı zamanda toplumsal huzur ve adalet için vazgeçilmez bir reçetedir.