Allah kâfidir.

Allah kâfidir.

Allah’a tevekkül edene Allah kâfidir.
Allah, kâmil-i mutlak olduğundan lizâtihî mahbubdur.
Allah mûcid, vâcib-ül vücud olduğundan kurbiyetinde vücud nurları, bu’diyetinde adem zulmetleri vardır.
Allah melce ve mencedir. Kâinattan küsmüş, dünya zînetinden iğrenmiş, vücudundan bıkmış ruhlara melce ve mence odur.
Allah bâkidir, âlemin bekası ancak onun bekasıyladır.
Allah mâliktir, sendeki mülkünü senin için saklamak üzere alıyor.
Allah ganiyy-i mugnidir, her şeyin anahtarı ondadır. Bir insan Allah’a hâlis bir abd olursa, Allah’ın mülkü olan kâinat, onun mülkü gibi olur.
(Mesnevî-i Nuriye / 130)
BEDÎÜZZAMAN SAİD NURSÎ (Radıyallahu Anh)

Bu metin, Allah’ın isim ve sıfatları üzerinden bir kulun Rabb’iyle kurabileceği bağlantının en mükemmel tarifini yapar. Her bir cümle, tevekkülün sadece bir söz değil, aynı zamanda derin bir idrak ve yaşam biçimi olduğunu gösterir.

  1. Tevekkül: Yeterlilik ve Kâfilik
    Metin, ilk ve en çarpıcı cümlesiyle başlar: “Allah’a tevekkül edene Allah kâfidir.” Tevekkül, her şeyi Allah’a havale etmek, O’na dayanmak ve güvenmektir. “Kâfi” kelimesi, “yeterli” anlamına gelir. Bu ifade, tevekkül eden bir kulun, tüm ihtiyaçları için O’nun yeterli olduğuna dair sarsılmaz bir inanca sahip olduğunu belirtir. Bu inanç, insana büyük bir iç huzur ve güç verir. Zira her işin anahtarının O’nun elinde olduğunu bilen bir kalp, endişelerden ve korkulardan azade olur.
  2. Mahbubiyet (Sevimlilik) ve Kurbiyet (Yakınlık)
    Metin, Allah’ın zatıyla “kâmil-i mutlak” (mutlak mükemmel) olduğundan dolayı “lizâtihî mahbub” (zatı gereği sevilen) olduğunu söyler. Bu, Allah’ın sevilmesi için O’nun bize bir şey vermesine gerek olmadığı, sadece varlığının ve mükemmelliğinin bile sevilmek için yeterli olduğu anlamına gelir. İnsan, O’na yaklaştıkça (kurbiyet), varlığın (vücud) nurlarına kavuşur. Ondan uzaklaştıkça ise yokluğun (adem) karanlıklarına (zulmet) düşer. Bu, manevi bir yasadır: Allah’a yakınlık hayat verir, O’ndan uzaklık ise manevi bir ölüm gibidir.
  3. Melce ve Mence: Sığınak ve Kurtarıcı
    Hayatın zorlukları, dünyanın geçici süsleri (zînet) ve insanın kendi bedeninin sınırlamaları, bazen ruhu yorabilir, hatta ondan “bıkmış” hale getirebilir. İşte bu noktada, metin Allah’ı “melce” (sığınak) ve “mence” (kurtarıcı) olarak tanıtır. Dünya zinetinden iğrenmiş, bedeninin acizliğinden bunalmış ruhlar için tek sığınak O’nun dergâhıdır. Bu ibretli tesbiti, modern insanın yaşadığı tükenmişlik sendromu ve ruhsal boşlukla ilişkilendirebiliriz. İnsan, ne kadar maddiyata sahip olursa olsun, ruhunun boşluğunu dolduramaz. Tek çare, Rabb’ine sığınmak ve O’nunla manevi bir bağ kurmaktır.
  4. Bekâ: Sonsuzluk ve Kalıcılık
    Her şeyin fani olduğu bu dünyada, insan daima kalıcı olanı arar. Metin, bu arayışa da cevap verir: “Allah bakîdir, âlemin bekası ancak O’nun bekasıyladır.” Âlemdeki her şey, ancak varlığını Allah’ın varlığına dayandırmakla bir anlam ve kalıcılık kazanır. Bu, fani olan dünyaya aşırı bağlanmanın mantıksızlığını ortaya koyar. İnsan, fani olanı değil, Bâkî olanı sevmelidir. Aksi takdirde, sevdiği her şeyin yok oluşuyla birlikte kendi de büyük bir acı ve hayal kırıklığı yaşar.
  5. Mâlikiyet ve İhtiyaç: Mülkün Sahibine Teslim
    İnsan, elindeki her şeyi kendi malı sanmaya meyillidir. Oysa metin, bu yanılgıyı düzeltir: “Allah mâliktir, sendeki mülkünü senin için saklamak üzere alıyor.” Sahip olduğumuz her şey, emanettir. Mal, mülk, yetenekler, sağlık… Bunların gerçek sahibi Allah’tır. O’nun bir şeyi bizden alması, o şeyi bizden esirgemesi değil, tam tersine, onu daha kalıcı bir âlemde “bizim için saklamak” içindir. Bu idrak, bir kaybın bile bir kazanç olabileceğini gösterir ve insana kader karşısında tevekkül etmeyi öğretir.
  6. Ganiyy-i Muğni: Her Şeyin Anahtarı O’ndadır
    Son olarak metin, Allah’ın “ganiyy-i muğni” (her şeyden müstağni, kimseye ihtiyacı olmayan ve her şeyi zengin eden) olduğunu belirtir. “Her şeyin anahtarı O’ndadır.” Bu, insanı acizliğinden kurtaran en büyük hakikattir. Bir insan, Allah’a “hâlis bir kul” olursa, yani tüm benliğiyle O’na teslim olursa, “Allah’ın mülkü olan kâinat, onun mülkü gibi olur.” Bu ne demektir? Bu, insanın kendi gücünün yetmediği her şeyi, Allah’ın sonsuz gücüyle yapabilmesi demektir. Bir kul, O’na teslimiyetle bağlandığında, O’nun sonsuz kudretine ve hazinelerine dayanır. Bu durumda, kâinatın sırları ona açılır ve hiçbir şey ona zor gelmez.

Özet
Bu makale insanın Allah’a tevekkül etmesinin derin anlamını ve sonuçlarını beş ana başlıkta incelemektedir. Tevekkül, sadece bir güven beyanı değil, aynı zamanda Allah’ın kâfi (yeterli) olduğu, mahbub (sevilen), melce (sığınak), bakî (kalıcı) ve mâlik (sahip) olduğu hakikatlerini idrak etmektir. Bu idrak sayesinde insan, dünyevi korku ve endişelerden kurtulur, ruhsal huzura kavuşur ve kâinatla barışık bir ilişki kurar. Makale, Allah’a teslim olan bir kulun, O’nun sonsuz kudretiyle kâinatı kendine bir mülk gibi görebileceği fikrini anlatarak, tevekkülün insanı nasıl güçlendirdiğini özetlemektedir.

 

Loading

No ResponsesHaziran 27th, 2025