İman Akılla Başlar, Kalple Köklenir: İmanın Lezzeti Sadece İlimle Olmaz
İman Akılla Başlar, Kalple Köklenir: İmanın Lezzeti Sadece İlimle Olmaz
“Hem iman yalnız ilim ile değil, imanda çok letaifin hisseleri var. Nasıl ki bir yemek mideye girse o yemek muhtelif âsaba, muhtelif bir surette inkısam edip tevzi olunuyor. İlim ile gelen mesail-i imaniye dahi akıl midesine girdikten sonra, derecata göre ruh, kalp, sır, nefis ve hâkeza letaif kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa noksandır. ”
Mektubat
“Hem iman yalnız ilim ile değil, imanda çok letaifin hisseleri var…”
— Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat
İnsan sadece akıldan ibaret değildir. Onun ruhu vardır, kalbi vardır, duyguları, sezgileri ve sırları vardır. İşte iman da yalnız aklın evet demesiyle tamamlanmaz; ruhun coşması, kalbin titremesi, nefsin kabullenmesi ve bütün latifelerin o hakikate “şahitlik” etmesiyle kâmil olur.
Bediüzzaman Hazretleri bu derin hakikati, bir yemeğin vücutta sindirilip her organa fayda vermesine benzeterek anlatır. Nasıl ki mideye giren gıda, tüm bedenin organlarına dağılır; aynı şekilde akıl yoluyla alınan imanî hakikatler de, ruhun tüm latifelerine yayılmalıdır.
Akılla Bilmek Başlangıçtır, Kalple Hissetmek Tamamlayıcıdır
İman ilimle başlar ama sadece bilgiyle kalırsa kuru ve sönük olur. Bir kişi Allah’ın varlığını, sıfatlarını ve ahiret hayatını aklen kabul etse bile; bu bilgi kalbine, ruhuna, vicdanına, hissiyatına ulaşmamışsa iman kemale ermez.
> Akıl “Allah var” der ama kalp bunu hisseder.
Ruh, o hakikatin içinde vuslat ister.
Sır latifesi, o hakikatte derin sırlar keşfeder.
Nefis, o hakikatin karşısında acziyetini anlar.
İşte bu çok yönlü hissediş, imanı sadece kuru bir bilgi olmaktan çıkarır; onu bir nur, bir lezzet, bir hayat haline getirir.
İman, Latifelerin Gıdasıdır
İnsanın letaifi – yani kalp, ruh, sır, nefis gibi iç âlemin incelikli cihazları – ancak imanla hayat bulur. İlimle alınan imanî meseleler, bu latifelerde hazmedilmedikçe kalbe sekinet, ruha huzur, vicdana istikamet gelmez.
Tıpkı sadece sofraya bakmakla doymayan bir beden gibi, sadece bilmekle yetinen bir ruh da doymaz. İmanî hakikatlerin kalpte tefekkür, ruhta huşû, nefsin terbiyesinde tezkiye, his dünyasında muhabbet doğurması gerekir.
İman Bilgiden Öte Bir Yaşamdır
İmanı sadece “bilgi” olarak görmek, onu entellektüel bir meşguliyete indirmedir. Oysa iman, bilgiyle başlasa da bir hâl, bir hâlet-i ruhiye, hatta bir yaşama biçimidir.
İmanlı bir insan, sadece “Allah var” diyen değil; Allah’ın varlığı karşısında boyun eğen, ona güvenen, onunla huzur bulan insandır. Bu yüzden gerçek iman, kişinin hem aklında hem kalbinde hem de hayatında tecelli eder.
İmanın Tamamlanması İçin Ne Gerekir?
Bediüzzaman’ın ifade ettiği gibi, imanî meseleler sadece akla sunulmamalı; aynı zamanda kalbin, ruhun ve hissiyatın da bu hakikatleri massetmesine imkân verilmelidir. Bunun için:
Tefekkürle iman derinleştirilmelidir.
Dua ve ibadetle iman ruhlandırılmalıdır.
Musibet ve imtihanlarla iman kuvvetlenmelidir.
Salih amel ve takva ile iman korunmalıdır.
Sonuç ve Özeti
İman sadece aklın tasdiki değildir; kalbin itminanı, ruhun huzuru, latifelerin tatminiyle kemale erer. Akıl hakikati görür ama kalp onu hisseder, ruh sever, nefis teslim olur. Ancak bu bütünlükle, iman insanı şekillendirir, hayatına yön verir.
Özetle:
İman sadece ilimle değil, kalp ve ruhun da iştirak ettiği bir nurdur.
Akıl hakikati kabul eder, kalp onu tatlandırır, ruh onu derinleştirir.
İman, insanın bütün latifelerini kapsadığında kemale erer.
Bu bütüncül iman, sadece bilgi değil; bir yaşama biçimi hâline gelir.
Gerçek iman, bilgiyle başlar; tefekkürle büyür; ibadetle derinleşir; teslimiyetle meyve verir.
> “İman, sadece akılla değil; kalple, ruhla, hisle yoğrulursa kemâle erer.”
– Risale-i Nur’dan bir ders