Hayatın Paradoksu: Toprak Kokusu ve Gönül Kuraklığı
Hayatın Paradoksu: Toprak Kokusu ve Gönül Kuraklığı
“Dervişe sormuşlar: Ne anladın dünyadan? Derviş cevap verdi: ‘Ölülerin sevgiyle anıldığı… Yaşayanların sevgisizlikten öldüğü bir dünyaya şahit oldum. Ölülerin toprağına çiçek ektiler, yaşayanların bahçesini talan ettiler.'”
Bu sözler, insanlık hallerine dair derin bir gözlem, belki de çağlar boyunca süregelen bir paradoksun özeti. Bir yandan ölümün getirdiği hüzün ve saygıyla, yitirilen canlara beslenen vefa; diğer yandan ise yaşayanların birbirine karşı duyarsızlığı, sevgisizlikten kuruyan ruhlar ve talan edilen hayat bahçeleri…
İnsanlık tarihine bakıldığında, ölümün her zaman kutsal bir anlam taşıdığı, ölenlerin anısının yaşatılmaya çalışıldığı görülür. Mezarlıklara dikilen fidanlar, okunan dualar, adlarına yapılan hayırlar… Tüm bunlar, yitirilenlere duyulan sevginin ve bağlılığın göstergesidir. Ölüm, fani olanın sona erdiği, ebedi olana geçişin kapısı olarak kabul edilir. Bu nedenle, ölümle gelen ayrılık, geride kalanlarda bir boşluk hissi uyandırsa da, genellikle saygı ve sevgiyle harmanlanır. Merhumun iyilikleri anılır, hataları affedilir, hatırası yaşatılır.
Peki ya yaşayanlar? Dervişin sözleri, günümüz dünyasının acı bir gerçeğini gözler önüne seriyor: Diriler arasındaki sevgisizliğin ve duyarsızlığın yol açtığı manevi ölüm. Modern hayatın getirdiği hızlı tempo, rekabetçi ortam ve bireysellik, insanları birbirine karşı yabancılaştırmakta, empati ve şefkat duygularını köreltmektedir. Komşuluk ilişkileri zayıflamış, aile bağları gevşemiş, toplumsal dayanışma ruhu azalmıştır. İnsanlar, kendi küçük dünyalarına çekilmiş, başkalarının dertlerine, acılarına, ihtiyaçlarına kayıtsız kalır hale gelmiştir.
Bu durum, “yaşayanların bahçesini talan etmek” metaforuyla çarpıcı bir şekilde ifade edilmektedir. Bir bahçe, özen ister, ilgi ister, sevgi ister. Bakılmazsa kurur, talan edilirse virane olur. İnsan ruhu da böyledir. Sevgiyle beslenmezse, ilgiyle yeşermezse, kurur, solar. Kin, nefret, kıskançlık, bencillik gibi duygular, insan ruhunun bahçesini talan eden zararlı otlar gibidir. Bu otlar, yeşerdikçe, insan ilişkilerini zehirler, toplumsal huzuru bozar. Yaşayanlar arasında filizlenen bu sevgisizlik, aslında canlı canlı ölmektir. Ruhen tükenmek, manen yok olmaktır.
Bu paradoks karşısında, dervişin hikmetli sözleri bizlere önemli dersler vermektedir. Ölüm, fani hayatın sonu olsa da, insana kalan en değerli miras, geride bırakılan iyi bir isim ve kalplerde yer eden sevgidir. Ancak bu sevgi, yalnızca ölüler için değil, yaşayanlar için de hayati öneme sahiptir. Yaşarken birbirimize gösterdiğimiz şefkat, merhamet, anlayış ve saygı, gerçek manada bir hayat bahçesi kurmanın yegane yoludur. Unutulmamalıdır ki, bir toplumu ayakta tutan harç, sevgi ve hoşgörüdür. Dirilere karşı özenli olmak, onların bahçelerini talan etmek yerine sulamak, yeşertmek, çiçeklendirmek; gerçek yaşamın ve insanlığın ta kendisidir.
Özet:
Makale, dervişin “Ölülerin sevgiyle anıldığı, yaşayanların sevgisizlikten öldüğü bir dünya” şeklindeki sözlerini merkeze alarak, insanlık hallerindeki derin bir paradoksu inceliyor. Ölümün getirdiği saygı ve vefanın aksine, yaşayanlar arasındaki sevgisizlik, duyarsızlık ve bireyselliğin yol açtığı manevi tükenişe dikkat çekiyor. “Yaşayanların bahçesini talan etmek” metaforuyla, insan ilişkilerindeki bu yıkımı ve bunun toplumsal sonuçlarını anlatıyor. Makale, gerçek yaşamın ve insanlığın, dirilere gösterilen şefkat, merhamet ve sevgiyle mümkün olduğunu, bir toplumu ayakta tutan harcın bu değerler olduğunu belirtiyor. İnsanların kendi küçük dünyalarına çekilmek yerine, birbirlerinin ruhsal bahçelerini beslemeleri gerektiği mesajını veriyor.