Neşr-i hak için enbiyaya ittiba etmekle mükellefiz.
Neşr-i hak için enbiyaya ittiba etmekle mükellefiz. Kur’an-ı Hakîm’de, hakkı neşredenler:
اِنْ اَجْرِىَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ اِنْ اَجْرِىَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ
diyerek insanlardan istiğna göstermişler. Sure-i Yâsin’de
اِتَّبِعُوا مَنْ لَا يَسْئَلُكُمْ اَجْرًا وَهُمْ مُهْتَدُونَ
cümlesi, meselemiz hakkında çok manidardır.”
Mektubat
Hakikat Yolunun Sırrı: Menfaatten İstiğna, Hidayette İttiba
Bediüzzaman Said Nursî’nin “Neşr-i hak için enbiyaya ittiba etmekle mükellefiz” cümlesi, sadece bir nasihat değil; aynı zamanda bir tebliğ ahlâkının, bir dava disiplininin ve bir İslami duruşun özetidir. Bu ifade, hakikatleri insanlara ulaştırma vazifesini üstlenenlerin neye göre hareket etmesi gerektiğini gösterir: Peygamberane bir tarz, ihlâs ve istiğna ile yapılan bir hizmet.
Kur’an-ı Kerîm’in birçok yerinde peygamberlerin ortak bir sözünü tekrar eder:
“إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى اللّٰهِ” – “Benim ücretim yalnız Allah’a aittir.”
Bu cümle, onların halktan hiçbir dünyevî karşılık beklemeden, yalnızca Allah rızası için çalıştıklarını ilan eder. Bu tavır, sadece bir alçakgönüllülük değil, bir ilahi stratejidir; çünkü hak, menfaat karışımıyla bulandığında insanlar hakikatten şüphe ederler.
Tebliğin Ruhunda Menfaat Olmaz
Tebliğ, yani hakikatleri insanlara ulaştırmak, ticaret değildir. Bir davetçiye düşen, yaptığı hizmetten dolayı karşılık değil, sadece Allah’ın rızasını beklemektir. Bu yüzden Kur’an, Yasin Sûresi’nde çok anlamlı bir şekilde şöyle der:
“اتَّبِعُوا مَنْ لا يَسْئَلُكُمْ أَجْرًا وَهُمْ مُهْتَدُونَ”
“Size hiçbir ücret istemeyen ve doğru yolda olanlara uyun!”
Bu ayet, halktan bir karşılık beklemeyen, ihlâs ve fedakârlıkla çalışan kimselere uymanın hikmetli olduğunu beyan eder. Çünkü maddî menfaat gözetmeden çalışanlar, hakikatin saf ve temiz temsilcileridir. Onların sözü kalbe işler, çünkü arkasında çıkar yoktur. Bu, sözün tesirini artırır; hizmetin bereketini çoğaltır.
Peygamberlerin Ortak Şiarı: İstiğna
Bütün peygamberler, ümmetlerine davette bulunurken ortak bir duruş sergilediler: İstiğna, yani halktan yüz çevirme ve Allah’a yönelme. Onlar:
Ne bir makam istediler,
Ne bir ücret talep ettiler,
Ne de halkın gözünde yücelme arzusu taşıdılar.
Bu duruş, hem onların iç dünyalarının samimiyetini gösterdi, hem de onların davasına olan güveni artırdı. Çünkü insanlar, çıkar peşinde koşmayan kişilere daha çok itimat eder.
Günümüzün Davetçilerine Düşen Görev
Bugün hak ve hakikat yolunda olanlar, neşr-i hak yani hakkı yayma vazifesinde peygamberlerin izini takip etmelidir. Bu da şu esasları gerektirir:
- İhlasla çalışmak: Gösteriş için değil, Allah için.
- Ücret beklememek: Maddi beklenti, tebliği gölgeler.
- Menfaatten arınmak: Hakikat, menfaat ile karışınca tesirini kaybeder.
- Hidayeti rehber edinmek: Davetçi, önce kendi istikametini sağlam tutmalıdır.
Günümüzde İslami hizmetlerde görülen bazı ticarî yaklaşımlar, halkın güvenini zedeliyor. Dinî davetle şahsi kazançlar arasında kurulan bağ, davanın ruhuna zarar veriyor. Bu noktada Bediüzzaman’ın ve Kur’an’daki peygamberlerin tavrı, çağın davetçileri için en büyük ölçüdür.
Sonuç ve Özet
Kur’an, tebliğ görevini üstlenenlerin halktan ücret istememesine ve hidayet üzere olmalarına özel bir vurgu yapar. Bediüzzaman’ın ifadesiyle “Neşr-i hak için enbiyaya ittiba”, bu iki prensibi esas almayı gerektirir: İhlâs ve istiğna. Gerçek davetçi, tıpkı peygamberler gibi, halkın değil Hakk’ın rızasını hedefler. Bu duruş, hem davetin ruhunu korur hem de insanların güvenini kazanır.
Kısaca özet:
Peygamberler, tebliğde ücret beklememiş, yalnızca Allah’ın rızasını gözetmişlerdir. Kur’an bu duruşu örnek gösterir. Bediüzzaman da hakikatleri yaymada bu yolu esas almamız gerektiğini ifade eder. Günümüz davetçileri, menfaatten uzak, ihlaslı ve hidayet merkezli bir hizmet anlayışıyla hareket etmelidir. Bu, hem davetin ruhunu korur hem de hakikatlerin tesirini artırır.