Cennet ve cehennem, şecere-i hilkatten ebed tarafına uzanıp eğilerek giden bir dalın iki meyvesidir.
Cennet ve cehennem, şecere-i hilkatten ebed tarafına uzanıp eğilerek giden bir dalın iki meyvesidir. Meyvenin yeri ise dalın müntehasındadır.”
Mektubat
Cennet ve Cehennem: Hilkat Ağacının Ebedî Meyveleri
İnsan, dünyaya geldikten sonra sadece birkaç yıl değil, ebedî bir yolculuğa başlamıştır. Bu yolculuk, sıradan bir seyahat değil, hikmetle örülmüş bir hayat ağacının meyve verme sürecidir. Bediüzzaman Said Nursî’nin ifadesiyle, “Cennet ve cehennem, şecere-i hilkatten ebed tarafına uzanıp eğilerek giden bir dalın iki meyvesidir. Meyvenin yeri ise dalın müntehasındadır.” Bu söz, hem yaratılışın gayesini hem de insanın bu gayedeki yerini derin bir şekilde tarif eder.
Şecere-i Hilkat: Yaratılış Ağacı
Şecere, yani ağaç; köküyle, gövdesiyle, dalları ve meyvesiyle bir bütündür. “Şecere-i hilkat” ise kâinatın tamamını bir ağaç gibi tahayyül eder. Kökü ezelde İlâhî iradeye, gövdesi zamanın akışına, dalları mahlûkatın çeşitlenmesine, yaprakları sebeplere, çiçekleri hikmetlere ve en nihayet meyvesi ise ebedî akıbete, yani cennet ve cehenneme işaret eder.
Bu hilkat ağacı, sadece dünyevî bir düzenin parçası değil, aynı zamanda ebedî âlemlere uzanan bir varlık silsilesidir. Her şey bu ağacın bir uzvu, bir halkasıdır. İnsan da bu ağacın özel bir meyvesi olduğu gibi, aynı zamanda kendi amelleriyle yeni bir meyve doğurur: Ya cennet ya da cehennem.
Dalın Müntehası: Sonsuzluk Kapısı
Bediüzzaman’ın “dalın müntehası” ifadesi, hayatın nihayetinde ortaya çıkacak olan sonucu, yani ahireti işaret eder. Dünya hayatı, bu ağacın sadece kısa bir gövdesi gibidir. Asıl meyve, bu gövdeden uzanan dalın ucunda, yani ölümden sonraki hayatta ortaya çıkar.
İnsan, bu dünyada ne ekerse, o dalın ucunda onu biçecektir. Amelleriyle, niyetleriyle, tercihleriyle kendi meyvesini yetiştiren bir varlıktır. Bu yüzden cennet de cehennem de yaratılışın rastgele bir sonucu değil, sistematik ve hikmetli bir sürecin kaçınılmaz neticesidir.
İnsanın Rolü: Meyveyi Seçen Eller
Allah, insanı irade sahibi olarak yaratmıştır. İrade, seçim yapma gücü demektir. Her seçim, bu ağacın dalında bir meyve oluşturur. Kimisi cennetin hurileri gibi zarif, kimisi cehennemin narı gibi yakıcı… İnsan bu ağacın hem yolcusu hem de işleyicisidir.
Dünya, bu meyvenin çekirdeğini taşır. Her hareket, her söz, her niyet, bu çekirdeğin büyümesine katkı sağlar. İnsan, her günüyle ya cenneti inşa eder ya da cehenneme tuğla taşır. Ahiret, işte bu inşa sürecinin nihai neticesidir.
Cennet ve Cehennem: Aynı Dalın Zıt Meyveleri
İlginçtir ki, aynı dal iki zıt meyve verir. Bu, kudret-i İlahiye’nin en büyük tecellilerindendir. Nasıl ki aynı toprakta hem tatlı meyve hem de acı ot bitiyorsa, aynı hayat yolunda hem saadet hem felaket neşv ü nema bulur.
Cennet, sabrın, şükrün, takvanın; cehennem ise isyanın, zulmün ve gafletin mahsulüdür. Bu meyveler dünya gözüyle hemen görülmez; çünkü dünya, bu ağacın yapraklarıyla meşguldür. Fakat ölüm, bu yaprakları döker ve geride sadece meyveyi bırakır.
Sonuç ve Özet
Bediüzzaman’ın bu veciz ifadesi, yaratılışın gayesini ve insanın kaderdeki sorumluluğunu derinlemesine izah eder. Yaratılış bir ağaç gibidir; bu ağaç zamanla gelişir, dallanır ve sonunda cennet veya cehennem gibi iki zıt ama hikmetli meyve verir. Bu meyve, dünya hayatının sonunda, yani ölümle birlikte belirginleşir. İnsan ise bu meyveyi seçen, büyüten ve taşıyan bir varlıktır. Her tercih, her niyet, sonsuzluğu şekillendiren bir tohumdur. O hâlde dünya, yalnızca geçici bir sahne değil; ebediyetin meyvesini büyüten kutsal bir tarladır.
Kısaca özet:
Yaratılış bir ağaçtır; insan bu ağacın meyvesidir. Amelleriyle ya cenneti ya cehennemi hazırlar. Dünya hayatı, bu meyvenin şekillendiği süreçtir. Her tercih, her fiil, bu sonsuz meyvenin rengini ve tadını belirler. Ebedî akıbetimiz, bu hilkat ağacının ucunda bizi beklemektedir.