Üstünlük Yarışı Değil, Hakk’a Yakınlık Yarışı: Kur’ân’da Üstünlük ve Muradına Erenler
Üstünlük Yarışı Değil, Hakk’a Yakınlık Yarışı: Kur’ân’da Üstünlük ve Muradına Erenler
İnsanlık tarihi kadar eski bir mesele var karşımızda: Üstünlük arzusu… İlk kıskançlık Hz. Âdem’in iki oğlundan biri olan Kabil’in, kardeşi Hâbil’in kabul edilen kurbanına duyduğu hasetle başladı. O günden bugüne üstünlük mücadelesi, toplumların, milletlerin, hatta bireylerin iç çatışması olarak varlığını sürdürdü.
Kur’ân-ı Kerîm, bu kadim meseleyi yalnızca tarihî örneklerle değil, doğrudan ilahî ölçülerle ele alır. Üstünlüğün ne olduğu, kimlerin Allah katında değerli olduğu ve kimin muradına ereceği açık bir şekilde belirtilmiştir. Ancak bu ölçüler, beşerî sistemlerin ölçüleriyle çoğu zaman çelişir. Kur’ân’ın aynasında gerçek üstünlük ve muradına ulaşmak, mal, makam ve soyla değil; takva, sabır, sadakat ve teslimiyet ile mümkündür.
Kur’ân’da Üstünlük Ölçüsü: Takva
> “Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır.” (Hucurât, 49/13)
Bu ayet, soy, ırk, dil, zenginlik gibi dünyevî ölçüleri bir kenara iterek takvayı yani Allah’a karşı derin bir saygı, bilinç ve sorumlulukla yaşama hâlini üstünlük kriteri olarak ortaya koyar. Bu ayetle birlikte, insanın hakikî yüceliği dış görünüşte değil, iç derinliktedir. Ne ırkçılık ne de sınıf ayrımı, Allah’ın nazarında bir anlam ifade eder.
Muradına Erenler: Allah’a Yönelenler
Kur’ân’da “murad” kelimesi, Allah’ın muradı ve kulun muradı olmak üzere iki yönlü geçer. Kulun muradı, nefsinin ve arzularının peşinde koşmak olabilir; fakat Allah’ın muradı ise kullarını kemale erdirmektir.
> “Kim Allah’ı, âhireti ister ve onun gerekleriyle amel ederse, işte onlar muradına erenlerdir.” (İsrâ, 17/19)
Bu ayet, muradına ermenin dünyevî başarılarla değil, âhiret merkezli bir hayata yönelmekle mümkün olduğunu bildirir. Nice insanlar vardır ki dünyada mahrum gibi görünür ama Allah’ın katında en büyük murada erenler onlardır.
İbretlik Misaller: Firavun ve Musa
Firavun, görünüşte en üstün kişiydi. Saltanat, ordu, mülk ve halk üzerindeki mutlak otoritesiyle kendisini ilah gibi görüyordu. Ama onun “üstünlüğü” Kur’ân’da yerle bir edilir:
> “Firavun kavmini küçümsedi, onlar da ona itaat etti. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir kavimdi.” (Zuhruf, 43/54)
Öte yanda Hz. Musa, bir sopayla Firavun’un karşısına çıkan bir mülteciydi. Ama Allah’ın muradı onun üzerindeydi. Sonuçta görünen üstünlük mağlup oldu, Allah’ın muradı galip geldi.
Müfessirlerin Görüşleri
İbn Kesîr, Hucurât 13. ayetinde geçen “en üstün” kelimesini, “Allah’a en yakın olan” şeklinde yorumlar. Elmalılı Hamdi Yazır ise takvayı “kalpteki Allah korkusunun ve sorumluluk şuurunun davranışlara yansıması” olarak açıklar. Râzî ise bu ayetin, beşerî üstünlük iddialarını kökten reddettiğini ve insanın ancak Allah’a yaklaşmakla yüceleceğini söyler.
Gizli Tehlike: Zahiri Üstünlük Göstergeleri
Bugün de benzer bir gaflet içindeyiz. Akademik unvanlar, mal-mülk, sosyal medya takipçileri üzerinden kendimize “üstünlük puanları” veriyoruz. Ancak bunların hiçbirisi Allah katında geçerli değil. Asıl geçerli olan: Kalbin ne kadar saf, niyetin ne kadar halis, davranışların ne kadar ihlâslı olduğudur.
Sonuç ve Özet
Kur’ân-ı Kerîm’de üstünlük, maddî ya da sosyal ölçütlerle değil, takva ve ihlâsla tanımlanır. Gerçek üstünlük, Allah’a yakınlıktır. Muradına erenler ise dünya metaının değil, âhiretin peşinde olanlardır. Müfessirler de bu ayetlerde takvayı ve ilahî muradın tecellisini merkeze alır. Kıssalar, tarihî ibretler ve ayetlerin ışığında şu hakikat apaçık ortaya çıkar:
> “Üstünlük iddia değil, kullukla kazanılır. Muradına ermek ise Allah’a yönelmekle mümkündür.”