Sütle Gelen Rahmet: Kasdî İkramların Sessiz Lisanı
Sütle Gelen Rahmet: Kasdî İkramların Sessiz Lisanı
“Evet, kâinatta medar-ı hamd ve şükür olan kasdî in’amlar ve nimetler, hususan kan ve fışkı içinden safi, temiz, gıdalı sütü âciz yavrulara göndermek ve ihtiyarî ihsanlar ve hediyeler ve merhametli ikramlar ve ziyafetler zemin yüzünü, belki kâinatı doldurmuş. Onların fiyatı dahi başta Bismillah, âhirde Elhamdülillah, ortada nimette in’amı hissetmek ve Rabb’ini onun ile tanımaktır.”
Şualar
Kâinat, zahirde cansız ve mekanik bir varlıklar topluluğu gibi görünse de, dikkatle bakıldığında arka planında işleyen ince bir merhamet, planlı bir ikram ve kasdî bir in’am tecellisi görülür. Öyle ki her şey yerli yerinde; her ihtiyaç karşılanmakta ve her nimet bir maksat ve şuur ile sahibine ulaştırılmaktadır.
İşte Bediüzzaman’ın “kan ve fışkı içinden safî, temiz, gıdalı süt” örneği, bu hakikatin en berrak misallerindendir. Anne sütü; ilimle, hikmetle, rahmetle yoğrulmuş bir ilahi formüldür. En çirkin iki unsurun arasından, en latif ve en saf gıdanın yaratılması, sadece biyolojik bir tesadüf değil; açıkça bir rahmetin, bir ikramın, bir hikmetin tecellisidir. Bu öyle bir mucizedir ki, her gün milyonlarca bebek üzerinde yeniden yazılır, yeniden sergilenir. Süt, adeta “Merhametli bir Rabbin ikramıyım” diye konuşur.
Bu kasdî in’amların dünyası, yalnızca sütle sınırlı değildir. Zemin yüzü, ikram ve nimet sofralarıyla doludur: Toprak altından çıkan sebzeler, ağaçlarda dallara takılan meyveler, denizlerin bağrında yüzüp gelen balıklar… Bunların her biri bir sofranın parçasıdır ve her biri gönderilmiş, ulaştırılmış, ikram edilmiştir. Ve her biri “teşekkür” bekleyen bir nimettir.
İşte bu noktada, insanın bu nimet karşısındaki konumu önem kazanır. Zira bu kadar in’am ve ihsanın karşılığında istenen şey, bir bedel değil; bir şuur, bir tanıma ve bir yöneliştir. Yani nimeti fark etmek, onun arkasındaki in’amı hissetmek ve bunu vereni tanımaktır. Bu tanımanın sembolik ifadesi ise, başta “Bismillah”, ortada “şuur ve şükür”, sonda ise “Elhamdülillah” demektir.
Çünkü nimet, sahibine işaret eder. Her nimet, şükürle okunması gereken bir mektuptur. Ve insanın en büyük vazifesi de bu mektubu fark edip şükürle karşılamaktır. Aksi takdirde, nimet nimet olmaktan çıkar; insana bir imtihan, bir gaflet ve hatta bir azap vesilesi olur.
Dünyaya gönderilen sayısız nimet, aslında bizi göndereni tanıtmak içindir. Bu yüzden, “Rabbini nimetle tanı!” denilmiştir. Zira nimet, sadece mideye değil, kalbe ve akla da hitap eder. Ve şükür, sadece bir söz değil; bir yöneliş, bir tefekkür ve bir ubudiyettir.
📌 Özet:
Bu makale, kâinattaki nimetlerin kasdî, bilinçli ve hikmetli bir şekilde verildiğini; özellikle “süt” örneğiyle bu rahmetin en açık şekilde görülebileceğini ifade eder. Her nimet bir ikram, bir ihsan ve bir tecellidir. Bu nimetlerin karşılığı ise para değil; şuurla başlanan “Bismillah”, nimeti tanımakla geçen bir şükür hali ve sonunda gelen “Elhamdülillah” ile olur. İnsan, bu nimetleri fark ederek Rabbini tanır ve kulluk vazifesini eda eder. Aksi halde nimet, gafletin örtüsüne dönüşebilir.