Mazlumların Sessiz Feryadı: Kaderin Aynasında Küresel Zulüm
Mazlumların Sessiz Feryadı: Kaderin Aynasında Küresel Zulüm
Tarih, insana iki şey öğretir: Adaletin gecikse de tecelli edeceğini ve zalimin sonunun mutlaka hüsran olacağını. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşanan gelişmeler, dünyanın adalet terazisinde dengeleri bozan bir devletin gölgesinde şekillenmiştir: Amerika Birleşik Devletleri.
Resmî kayıtlara göre ABD, 1939’dan bu yana tam 26 ülkeyi bombalamış, on milyonlarca insanın hayatını doğrudan veya dolaylı yoldan etkileyen askeri müdahalelerde bulunmuştur. Bu müdahalelerin birçoğu “özgürlük”, “demokrasi” ve “barış” adı altında yapılmıştır. Oysa geride kalan; yıkılmış şehirler, parçalanmış aileler, dul kadınlar, yetim çocuklar ve çökertilmiş milletler olmuştur.
Dünya, Irak’ta oynanan trajik tiyatroyu hâlâ unutmadı. “Nükleer silah üretiyor” bahanesiyle başlatılan işgal, yıllar sonra tamamen bir yalanın ürünü olduğu ortaya çıkan bir dramla sonuçlandı. Milyonlarca insanın kanı aktı. Bugün aynı sahne İran için hazırlanıyor. Elinde gerçek delil olmadan, yine nükleer gerekçelerle İran’ı hedef gösteren ABD ve müttefikleri, aslında bölgeyi kaosa sürükleyerek kendi hegemonyalarını tahkim etmeye çalışıyorlar.
Tarih bir kez daha tekerrür ediyor. Kader ise sahnenin arkasından perdeyi aralıyor. Ve işte tam bu noktada, Allah’ın adaleti devreye giriyor. İsrail’in yıllardır bombaladığı, hastane bırakmadığı Gazze’deki katliamlar hâlâ hafızalarda tazeyken, İsrail Savunma Bakanı’nın şu sözleri ibretle yankılanıyor:
“Ancak yeryüzünün en aşağılık insanları hastane yataklarında yatan sivillere füze atabilir.”
Ne acı ve ne büyük bir hikmettir ki, bu sözleri söyleyen ülkenin ordusu, aylar boyunca Gazze’de 186 sağlık çalışanını şehit etmiş, hastaneleri yerle bir etmiş, küvözdeki bebeklerin hayatlarına son vermiştir. Şimdi ise İran’dan gelen bir füze, bir İsrail askeri hastanesinin balkonunu vurunca bu sözler sarf ediliyor.
Cenâb-ı Hakk’ın adaleti bazen böyle tecelli eder: Zalim kendi suçunu kendi diliyle ifşa eder. İnsana, “Dinime dahleden bari Müslüman olsa…” dedirten bir iki yüzlülük örneğidir bu. Şecaat arz ederken, yani cesaret gösterisi yaparken, kendi hırsızlığını, zulmünü, cinayetini fark etmeden dile getirir. Kader böylece onu maskesiz yakalar. “Kendi eliyle kendi ipini çeker” deyimi tam da bu tabloya yakışır.
Bugün İran hedefte olabilir; dün Irak’tı. Ama unutulmamalı ki, yarın bu senaryo Türkiye için de devreye sokulabilir. Zira emperyal akıl; güçlü İslam ülkelerinin birleşmesinden, kendi kaderlerini tayin etmesinden korkar. Bunun için bölgeyi sürekli krizle meşgul eder.
Ancak Müslümanlar bu oyunu görmeli, kendi aralarında ihtilafı değil, ittihadı ve hakikati esas almalıdır. Zira yeryüzü mazlumların duasıyla ayakta duruyor. Ve o dualar bir gün sabah güneşi gibi zalimlerin üzerine doğacak.
📌 Özet:
Bu makale, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ABD’nin Orta Doğu’da oynadığı yıkıcı rolü ve özellikle Irak ile İran üzerinden sürdürülen emperyal stratejileri ele alır. İsrail’in hastane vurarak yaptığı katliamlar hatırlatılarak, bir İsrailli bakanın söylediği sözlerle kendi suçunu itiraf etmesi üzerinden kaderin hikmetli tecellisi vurgulanır. Makale, ibretli bir şekilde; geçmişteki zulümlerin nasıl döndüğünü, bu gidişin Türkiye için de bir tehlike oluşturduğunu ve Müslümanların bu oyunu fark ederek ittihada sarılmaları gerektiğini ifade eder.