Taklidî Değil, Tahkikî İman Zamanı
Taklidî Değil, Tahkikî İman Zamanı
“Evet, bu asrın dehşetine karşı, taklidî olan itikadın istinad kaleleri sarsılmış ve uzaklaşmış ve perdelenmiş olduğundan her mü’min, tek başıyla dalaletin cemaatle hücumuna mukavemet ettirecek gayet kuvvetli bir iman-ı tahkikî lâzımdır ki dayanabilsin.”
Şualar
İnanç, insanın iç dünyasında kurduğu en büyük kaledir. Bu kale, dışarıdan gelen saldırılara, içten yükselen şüphelere ve çağın sarsıcı fırtınalarına karşı bir siper olur. Fakat kalenin sağlamlığı, onun temelinde neyin bulunduğuna bağlıdır: Taklit mi, tahkik mi?
Taklidî iman, kulaktan duyma, aileden görme, çevreden edinilmiş bir inançtır. Derindir belki ama sağlam değildir. Sorulara cevap veremez, şüphe karşısında bocalar, baskı altında çözülür. Zira bir şeyi sadece duymakla inanmak başkadır; araştırarak, derinlemesine anlayarak, sorgulayıp ikna olarak inanmak bambaşkadır. Bediüzzaman, bu çağın özellikle böyle bir inanca ihtiyaç duyduğunu şöyle dile getirir:
“Evet, bu asrın dehşetine karşı, taklidî olan itikadın istinad kaleleri sarsılmış ve uzaklaşmış ve perdelenmiş olduğundan her mü’min, tek başıyla dalaletin cemaatle hücumuna mukavemet ettirecek gayet kuvvetli bir iman-ı tahkikî lâzımdır ki dayanabilsin.”
Bu cümlede iki önemli şey vurgulanıyor:
- Bu çağda artık taklidî iman yeterli değildir.
- Her birey, tek başına mücadele etmek zorunda kalabileceği için tahkikî imana muhtaçtır.
Çünkü zaman, fitne zamanıdır. Bilgi çağında cehalet artmış, görünürde özgürlük içinde inançlar örselenmiş, sorgulama adı altında şüphe sistemleştirilmiş, medya ve eğitim yoluyla inançlar zayıflatılmıştır. İnanç kaleleri dıştan yıkılmamış ama içten boşaltılmıştır. Kalbi dolduran değil, aklı karıştıran bir çağda yaşıyoruz.
İşte bu ortamda iman, sadece bir aidiyet değil, bir bilinç olmalıdır. Taklit değil, tahkik gereklidir. Gençliğe hitap eden her kelam, artık akla ve kalbe birlikte hitap etmelidir. Zira dalalet yalnız gelmez; organize olur, kuşatır, şüpheyi sistemleştirir. Birey ise bu kuşatmaya karşı yalnız kalabilir. Cemaatle gelen inkâra karşı, bireyin ancak tahkikî imanı ayakta kalabilir.
Tahkikî iman; tefekkürle, sorgulamayla, delille, akılla ve kalple elde edilir. Kur’an’ın nazarına bakmakla, sünnetin ruhunu anlamakla, kâinat kitabını okumakla gelişir. İman artık sadece bir hissiyat değil, bir ilim ve irfan meselesidir.
Bu asırda mü’min; artık sadece “inanıyorum” demekle değil, “Neden inandığımı biliyorum ve gerekçelerini gösterebilirim” demekle güçlü olabilir. Zira zaman, inancın özüne nüfuz etmeyi, onu delil ve şuurla kavramayı mecbur kılıyor.
📌 Özet:
Bu makale, Bediüzzaman’ın ifadesiyle, bu çağın fitnelerine ve dalalet saldırılarına karşı taklidî değil, tahkikî bir imana ihtiyaç olduğunu ifade eder. Taklit, yüzeyde kalır; tahkik ise akıl, kalp ve şuurla inşa edilen sağlam bir inançtır. Müslüman, artık sadece miras alınmış bir inançla değil; delil, düşünce ve derinlikle kuşanmış bir imanla bu çağın fırtınalarına karşı koyabilir. Çünkü cemaatleşen inkâr karşısında bireysel tahkik, en sağlam kaledir.
Ve böylece, cemaatleşen imanla da mukabelede bulunulabilir.