İman Sofrası ve Gafletin Kırıntıları
İman Sofrası ve Gafletin Kırıntıları
“Nur-u iman, dünya ve âhiret âlemlerini çeşit çeşit nimetlere zarf iki sofra ile tasvir eder ki mü’min olan kimse iman eliyle ve zâhirî, bâtınî duygularıyla ve manevî, ruhî olan letaifiyle o sofralardan istifade ediyor. Dalalet nazarında ise zevi’l-hayatın daire-i istifadesi küçülür, maddî lezzetlere münhasırdır.”
Şualar
Hayat bir ziyafettir. Fakat bu ziyafetin farkına varmak, ona nasıl ve nereden bakıldığıyla doğrudan ilgilidir. Bediüzzaman Said Nursî’nin ifadesiyle, “Nur-u iman, dünya ve âhiret âlemlerini çeşit çeşit nimetlere zarf iki sofra ile tasvir eder.” Yani iman sahibi bir göz, hayatı; hem dünya hem de âhiret yönüyle, görünür ve görünmez nimetlerin serildiği iki büyük sofra gibi görür. Her nimet, hem zâhirî lezzetiyle hem de işaret ettiği mânevî anlamlarıyla şifalı bir lokmadır. Her olay, her varlık, bu iki sofradan bir lokma gibidir.
Mü’min bir kimse; gözle, kulakla, dille, akılla, kalple ve daha nice latîfeleriyle bu sofradan nasiplenir. Gördüğüne hayret eder, işittiğine hikmetle bakar, tattığına şükreder, düşündüğüne ibretle yönelir. Bu yöneliş sayesinde dünya, onun için sadece bir geçim yeri değil, bir tefekkür, bir hazırlık ve bir kulluk alanı olur. Ahiret ise sırf ölüm sonrası bir belirsizlik değil; bu sofranın devamı, bu yolculuğun ödülüdür.
Oysa dalâletin ve gafletin gözlüğüyle bakıldığında, bu muhteşem ziyafet kırıntılara dönüşür. Çünkü inkâr nazarında varlık, sadece cismanî hazlardan ibarettir. Akıl, kalp, vicdan gibi ruhî fakülteler atıl bırakılır. Hayatın anlamı sığlaşır. Lezzet sadece mideyle sınırlı kalır. Ruhun açlığı, kalbin susuzluğu, vicdanın yoksunluğu ise hiç fark edilmeden insan, iç dünyasında çoraklaşır.
Dalâletin dünyasında, bir çiçek sadece estetik bir objedir; bir böcek yalnızca evrimsel bir tesadüftür; bir anne şefkati biyolojik bir zorunluluktur. Oysa iman nazarında çiçek, Rahmet’in tebessümüdür; böcek, Kudret’in mucizesidir; şefkat, Rahmân’ın bir tecellisidir. İşte bu fark, sofraların farkıdır: Biri canlı, renkli, mânevî lezzetlerle dolu; diğeri donuk, tatsız, sınırlı ve kuru.
İman sofrası sadece göz için değil; gönül, ruh, kalp, sır ve akıl için de hazırlanmıştır. Dalâletin sofrası ise sadece mideye hitap eder; doyurur, sonra çürütür. İman, zevki ibadete, lezzeti şükre, nimeti marifete çevirir. Küçük bir lokma bile, büyük bir mânevî kazanca dönüşür. Ama inkâr, lezzeti gaflete, nimeti nankörlüğe, hayatı boşluğa sürükler.
Bu yüzden iman, sadece Allah’ı tanımak değil; O’nun ikramını idrak etmektir. İman, sofraya oturan misafirin ev sahibini tanımasıdır. Dalâlet ise o sofraya oturup, her lokmayı yiyip, sonra da “Kim hazırladı bunu?” diye alayla soran nankör misafirin hâlidir.
Evet, hayat bir sofradır. Ama onu ziyafet yapan, imanla açılan nazardır. Lezzet de, kıymet de, şükür de ancak o gözle mümkündür.
📌 Özet:
Bu makale, iman ile bakıldığında dünya ve ahiret hayatının, çeşitli maddî ve mânevî nimetlerin serildiği iki büyük sofra gibi göründüğünü anlatır. İman, sadece cismanî değil; ruhî, aklî ve kalbî fakülteleriyle de insanı bu nimetlerden istifade ettirir. Oysa inkâr ve dalâlet, bu zenginlikleri inkâr ederek hayatı yalnızca maddî lezzetlere indirir. Sonuçta iman; hayata mânâ, nimete kıymet, insana huzur ve geleceğe umut katar.