Asrın Başında Gelen Zatların Vazifesi ve Ölçüsü
Asrın Başında Gelen Zatların Vazifesi ve Ölçüsü
“Her asır başında hadîsçe geleceği tebşir edilen dinin yüksek hâdimleri; emr-i dinde mübtedi değil, müttebi’dirler. Yani kendilerinden ve yeniden bir şey ihdas etmezler, yeni ahkâm getirmezler. Esasat ve ahkâm-ı diniyeye ve sünen-i Muhammediyeye (asm) harfiyen ittiba yoluyla dini takvim ve tahkim ve dinin hakikat ve asliyetini izhar ve ona karıştırılmak istenilen ebâtîli ref’ ve iptal ve dine vaki tecavüzleri red ve imha ve evamir-i Rabbaniyeyi ikame ve ahkâm-ı İlahiyenin şerafet ve ulviyetini izhar ve ilan ederler. Ancak tavr-ı esasîyi bozmadan ve ruh-u aslîyi rencide etmeden yeni izah tarzlarıyla, zamanın fehmine uygun yeni ikna usûlleriyle ve yeni tevcihat ve tafsilat ile îfa-i vazife ederler.”
Şualar
Yenilik Değil Yeniden Diriltmek
Tarih boyunca her asrın başında gelen dinin büyük hizmetkârları hakkında Efendimiz (asm) şöyle müjde vermiştir:
> “Allah her yüz senenin başında bu ümmete dinini yenileyecek (tecdit edecek) birini gönderir.”
(Ebû Dâvûd, Melâhim 1)
Bu “tecdit” (yenileme) kavramı zaman zaman yanlış anlaşılmış, dinî hükümlerde reform gibi anlaşılmıştır. Oysa ki, Bediüzzaman Hazretleri’nin “Şuâlar” adlı eserinde ortaya koyduğu tarif, bu meselenin ilmi, izzetli ve itidalli ölçüsünü verir:
> “Emr-i dinde mübtedi değil, müttebi’dirler…”
- Mübtedî Değil, Müttebi’ Olmak Ne Demektir?
“Mübtedî”, dinde yeni bir şey ortaya koyan demektir.
“Müttebi’” ise, dinde olanı tam manasıyla takip eden, sadakatle sahip çıkan kişidir.
Bu ölçü, her asırda gelen hakiki müceddidlerin ortak vasfıdır:
Kur’an ve Sünnet dışı bir şey üretmezler,
Mevcut olanı parlatır, tozunu siler, anlamını tazelerler.
Dini aslına döndürür, bozulmaları tashih ederler.
- Görevleri Nedir Bu Hakiki Hâdimlerin?
Üstad’ın ifadesiyle bu zatlar:
Dini takvim ederler: Yani zamanın tahribatına uğrayan dini ölçüleri düzeltirler.
Tahkim ederler: İman esaslarını yeniden kuvvetlendirirler.
Ebâtıl ve bid’atları ref ve iptal ederler: Sonradan dine sokulmak istenen yanlışları kaldırırlar.
Dinî hüviyeti korurlar: Sünneti yaşatır, sapmaları reddederler.
Yeni izah tarzlarıyla konuşurlar: Ama asla ruh-u aslîyi zedelemeden!
Bu zatlar, adeta Kur’an ve Sünnet’in çağlar üstü hakikatlerini çağın idrakine uygun bir dille sunan birer tecdit kutbudurlar.
- Zamanın Ruhunu Okuyarak Aslı Yaşatmak
Bu müceddidler, çağın icaplarını, insanın anlayış seviyesini ve düşmanlarının şekillerini çok iyi bilirler. Bu yüzden:
Yeni kelimelerle,
Yeni anlatım teknikleriyle,
Yeni psikolojik ve sosyolojik tahlillerle
asla yeni bir din kurmazlar,
bilakis eski hakikati daha gür ve canlı bir şekilde takdim ederler.
Bu da gösteriyor ki dinin özü değişmez, ama ifade ve ikna biçimi zamanla şekillenir.
- Zamane Müceddidi: Bir Gölge Değil, Bir Güneş Gibi
Bazı sahte liderler, kendi fikirlerini “reform” diye sunarak aslında Kur’an’a değil, kendi nefsine tâbi olur.
Oysa hakiki müceddid, kendini değil, Allah’ın hükümlerini öne çıkarır.
Risale-i Nur’un müellifi Bediüzzaman da bu çerçevede:
Yeni bir mezhep, yorum ya da ahkâm ortaya koymamış;
Fakat Kur’an ve Sünnetin, özellikle iman hakikatlerinin izah ve isbatında zamanın ruhuna uygun bir hizmet yapmıştır.
O, ne zamana ne şahsa ne zemine dayalı bir fikir üretmemiş, sadece Kur’an’a ayna olmuş, Sünneti muhafaza etmiştir.
🌿 Özet:
Her asırda gelen büyük dinî hizmetkârlar, yenilik üretmez, yeniden diriltirler.
Bunlar Kur’an ve Sünneti esas alır, kendi heveslerini değil.
Dini bid’atlerden korur, zamanın diline uygun anlatır.
En büyük özellikleri, kendilerini değil, dini yüceltmeleridir.
Bediüzzaman’ın Risale-i Nur’daki çizgisi de bu müceddidane tavrın örneğidir:
Aslı bozmadan, izahı yenileyerek, ruha hitap eden bir tecdit hizmeti.