Küçük Fakat Büyük: Arzın Sıradışı Kıymeti ve İlâhî Nazardaki Makamı
Küçük Fakat Büyük: Arzın Sıradışı Kıymeti ve İlâhî Nazardaki Makamı
“Hem madem bu arz, kesret-i mahlukat cihetiyle ve mütemadiyen değişen yüz binler çeşit çeşit enva-ı zevi’l-hayat ve zevi’l-ervahın meskeni, menşei, fabrikası, meşheri, mahşeri olması haysiyetiyle bu kâinatın kalbi, merkezi, hülâsası, neticesi, sebeb-i hilkati olarak gayet büyük öyle bir ehemmiyeti var ki küçüklüğüyle beraber koca semavata karşı denk tutulmuş. Semavî fermanlarda daima
رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَ الْاَرْضِ
deniliyor.”
Şualar
İnsanoğlu göklere bakınca büyüklük görür, ihtişam, haşmet ve genişlik görür. Ama Kur’ân, her defasında göklerle birlikte arzı da zikreder. Semavî fermanlarda sürekli “Rabbu’s-semâvâti ve’l-ard” (Göklerin ve yerin Rabbi) denilir. Bu ifade, sadece edebî bir denge değildir; hakikatin ta kendisidir. Çünkü yer, yani şu küçük görünümlü dünya, kâinatta öyle bir merkeze sahiptir ki, gökler kadar hatta onlardan daha anlamlı bir fonksiyona sahiptir.
Zira dünya, sadece taş-toprak, su-hava değildir. O, sürekli değişen, doğan ve ölen milyonlarca canlı türüne beşiklik eden bir hayat fabrikasıdır. Bitkiler, hayvanlar, insanlar… Hepsi bu dünya sahnesinde yaratılır, şekillenir, vazifesini yapar, sonra çekilir. Bu muazzam değişim ve üretim, hiçbir tesadüfle izah edilemez; bu bir irade, ilim ve kudretin göstergesidir.
Yeryüzü, her an meşher (sergi), fabrika, mahşer, menşe (kaynak) gibi farklı vasıflarla çalışır. Bu çok yönlü işleyiş, arzı kâinat içinde adeta kalp ve merkez konumuna taşır. Tıpkı insanın vücudunda kalbin küçük ama hayati oluşu gibi, dünya da küçüklüğüne rağmen ilahî maksatlar açısından kâinatın kalbidir.
Gökler büyüktür ama sükûttadır; dünya küçüktür ama hayattadır.
Yıldızlar çoktur ama şuursuzdur; arzda ise bir tek insan vardır ama bilinçle tefekkür eder.
Göklerde hikmet gizlidir; ama arzda hikmet gözle görünür hâle gelir.
Ve yine bu dünya, en başta insanın evidir. O insan ki, Halife-i Zemin (yeryüzünün halifesi) olarak yaratılmış, esmâ-i ilâhiyyeyi tanıyacak bir şuura mazhar kılınmıştır. Dünya, sadece onun bedeni değil, aynı zamanda onun kalbinin inkişaf ettiği bir mana sahnesidir. Bu yönüyle dünya, yaratılışın sebebi ve kâinatın özetidir.
Bu yüzdendir ki, semavî kitaplar ve peygamberler hep yeryüzüne inmiştir. Allah’ın kelamı ve hitabı göklerden inmiş ama hedefi arz ve üzerindeki akıl ve şuur sahipleri olmuştur. Demek ki dünya, sadece fiziki bir mekân değil, ilâhî maksatların merkezidir. İşte bu sebeple Kur’ân, semâvât ile birlikte daima arzı da zikreder. Bu beraberlik, arzdaki manevî kıymeti ve ulvî gayeleri ilan eder.
Özet:
Küçüklüğüne rağmen yeryüzü, kâinatın kalbi ve neticesidir. Zira hayat, hareket, şuur, ibadet ve tefekkür gibi ilâhî maksatlar hep dünya üzerinde gerçekleşir. Mahlukatın sergilendiği, yaratıldığı ve öldüğü bir sahne olan dünya, ilâhî hikmetin merkezi konumundadır. Bu yüzden semavî fermanlarda “Göklerin ve yerin Rabbi” denilirken, arzın daima zikredilmesi tesadüf değil, büyük bir hakikatin ilanıdır.