Ezelî Saltanattan Ebedî Saadete: Rububiyetin Hikmeti ve Âhiretin Zarureti
Ezelî Saltanattan Ebedî Saadete: Rububiyetin Hikmeti ve Âhiretin Zarureti
“Evet, madem ezelî ve ebedî bir Allah var; elbette saltanat-ı uluhiyetinin sermedî bir medarı olan âhiret vardır. Ve madem bu kâinatta ve zîhayatta gayet haşmetli ve hikmetli ve şefkatli bir rububiyet-i mutlaka var ve görünüyor. Elbette o rububiyetin haşmetini sukuttan ve hikmetini abesiyetten ve şefkatini gadirden kurtaran, ebedî bir dâr-ı saadet bulunacak ve girilecek. “
Şualar
İnsan aklı, varlık âlemine ibretle ve dikkatle baktığında, her şeyde derin bir hikmet, hassas bir ölçü, mükemmel bir nizam ve sonsuz bir kasd görür. Ne yıldızlar başıboş dönüyor ne de bir ağaç meyvesiz yaratılıyor. Hayatın her karesinde kendini gösteren bu düzen ve kasıt, ancak ezelî ve ebedî bir ilim ve kudret sahibi olan Allah’ın eseri olabilir.
Madem öyledir; işte o Allah’ın saltanat-ı uluhiyeti, yani ilahlık ve hâkimiyetinin büyüklüğü, boşuna olamaz. O saltanat, sadece şu fani dünyada birkaç günlük imtihanla sınırlı kalamaz. Zira saltanat, bir ihtişam ve devam ister. Ezelî bir Sultanın mülkü, sadece bu geçici dünyayla sınırlı olamaz; ebedî bir âlemle taçlanmak zorundadır. Yoksa sonsuz kudrete ve ilme sahip bir Zat’ın saltanatı, fanilikle eksik ve yarım kalır ki, bu bir tenakuz olur.
Kâinatın işleyişine ve içindeki canlılara bakıldığında da bu saltanatın izleri açıkça görülür. Zira bu saltanat, yalnız bir kudret değil, aynı zamanda haşmetli, hikmetli ve şefkatli bir rububiyet (terbiye edicilik) sergiler. İnsanın gözündeki perdeyi aralaması kâfidir; her varlıkta rahmetin, adaletin ve hikmetin parıltılarını görmek mümkündür.
Ama bu dünyada bu hikmet ve rahmet, bazen eksik görünür: masumların eziyet çekmesi, zalimlerin yaşaması gibi. İşte bu görünürdeki eksikliğin gerçek izahı, ahiretin varlığıdır. Çünkü:
Haşmet: Sonsuz bir ihtişam ister. Ebedî bir yurt olmadan bu haşmet tamamlanmaz.
Hikmet: Her şeyin bir gayesi olmasını gerektirir. Ebediyetsiz bir hayat, hikmeti anlamsız bırakır.
Şefkat: Zalimlerin mazlumlara yaptığı gadri, ebedî adalet terazisi olmadan izah edemez.
Eğer âhiret olmasaydı, bu ilahî rububiyetin şefkati, gadre; hikmeti, abesiyete; haşmeti, fâniliğe mahkûm olurdu – hâşâ! Oysa bütün kâinat, Allah’ın bu sıfatlarını haykırır ve tamamını yücelik içinde sergiler.
Bu nedenle, âhiretin varlığı, sadece insanın arzusu veya dinî bir umut değil; doğrudan Allah’ın varlığının, isimlerinin ve rububiyetinin zorunlu bir neticesidir. Âhiret, bir teselli değil; ilahî adaletin zarurî bir gereğidir. Zira bu kadar hikmetli, rahmetli ve ölçülü bir sistem, elbette en büyük hesap gününe doğru akar.
Özet:
Allah’ın ezelî ve ebedî oluşu, saltanatının da sermedî olmasını gerektirir. Bu saltanat, ancak âhiretin varlığıyla tamamlanabilir. Kâinattaki rububiyet; haşmetli, hikmetli ve şefkatlidir. Bu sıfatların tam anlam kazanabilmesi için, dünyadaki eksik görünen adaletin, gayelerin ve şefkatin ebedî bir karşılığının olması gerekir. Âhiret, bu hakikatlerin tecelli edeceği zarurî bir dâr-ı saadettir. Aksi halde, ilahî isimlerde noksanlık olurdu ki bu imkânsızdır.