Başlıksız Cumhuriyet: Hulefa-i Raşidîn Döneminde Hakikat Temelli Adalet ve Hürriyet
Başlıksız Cumhuriyet: Hulefa-i Raşidîn Döneminde Hakikat Temelli Adalet ve Hürriyet
“Hulefa-i Raşidîn, her biri hem halife hem reisicumhur idi. Sıddık-ı Ekber (ra) Aşere-i Mübeşşere’ye ve sahabe-i Kiram’a elbette reisicumhur hükmünde idi. Fakat manasız isim ve resim değil belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mana-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.”
Şualar
Tarih boyunca birçok devlet kuruldu, yıkıldı, rejimler değişti, isimler ve unvanlar farklılaştı. Lakin hakikatin özü, belirli kavramların ötesine geçerek zaman üstü bir nitelik taşır. İşte İslam tarihinin en parlak dönemlerinden biri olan Hulefa-i Raşidîn (Dört Halife) dönemi, şeklen bir cumhuriyet adını taşımasa da ruhen, manen ve esasen hakiki bir “dindar cumhuriyet” anlayışını temsil eder.
Adaletin ve Hürriyetin Temsilcileri
Bediüzzaman Said Nursî’nin de ifade ettiği gibi, Hz. Ebu Bekir (ra) ve onu takip eden halifeler, sadece birer yönetici değil; aynı zamanda adaletin, hakkaniyetin ve şer’î hürriyetin timsali oldular. Bu zatlar, halktan üstün değil, halkla birlikteydiler. Halkın içinden geldiler, halkın sözcüsü oldular, kendilerini ümmetin hizmetkârı olarak gördüler. Hz. Ebu Bekir’in hilafetinde yaptığı ilk konuşma buna şahittir:
> “Ey insanlar! Sizin en hayırlınız olmadığım hâlde başınıza emir tayin edildim. Eğer doğru gidersem bana yardım edin, eğer saparsam beni düzeltin…”
Bu söz, halk iradesine saygıyı, denetimi ve yöneticinin hesap verebilirliğini açıkça ortaya koymaktadır.
Unvan Değil, Mâna Mühimdir
Modern çağda “cumhuriyet”, “demokrasi”, “başkan”, “meclis” gibi kavramlar, bir rejimin halk tarafından yönetilmesi anlayışını temsil eder. Fakat bu kavramların hakikati taşıyıp taşımadığı, onların muhtevasıyla ölçülür. Şayet bir sistemde sadece isim olarak cumhuriyet varsa, ama adalet, eşitlik ve hürriyet yoksa; o isim bir suretten ibarettir. Hulefa-i Raşidîn dönemi ise, isimden değil, esastan yola çıkar. Orada hak, halkın ve hakkın merkezindedir. Dönemin yöneticileri, yalnız halktan değil, Allah’tan da korkan, ahireti düşünen, görevini bir emanet bilen müminlerdi.
Danışma ve İstişare
İslam’ın temel prensiplerinden biri olan “şûrâ”, yani danışma, bu dönemde etkin biçimde uygulanmıştır. Halifeler kararlarını tek başına değil, sahabelerin görüşleriyle şekillendirmiştir. Bu anlayış, günümüz meclis sisteminden daha içten, daha hesaplı ve daha manevîdir. Bir kararı uygulamadan önce ümmetin kanaatine başvurmak, halkın sesini dikkate almak, şura ile istikamet belirlemek… İşte hakiki cumhuriyetin ruhu budur.
İsimden Önce Ruh ve Hikmet Gerek
Bugünün dünyasında halkın iradesi denilince genellikle sandık ve oy anlaşılır. Oysa İslam’da halkın iradesi, hakkı tercih etme kudretidir. Bu irade, sırf çoğunluğun istediği değil; Hakk’ın ve hikmetin rehberliğinde olan tercihtir. Hulefa-i Raşidîn döneminde bu tercih, Kur’an ve Sünnet ışığında şekillenmiştir. O yüzden o dönem bir “altın çağ” olmuştur. Sadece Müslümanlar için değil, tarih boyunca hakkı arayan tüm insanlar için bir numune-i imtisal olmuştur.
Özet:
Hulefa-i Raşidîn dönemi, isimde değil; özde bir “dindar cumhuriyet” modelidir. Hz. Ebu Bekir’den Hz. Ali’ye kadar bu dört halife, adaletin, istişarenin, şer’î hürriyetin ve halkla iç içe bir yönetimin temsilcileri oldular. Bediüzzaman’ın ifadesiyle onlar, manasız isim ve resim değil, hakikat-i adalet ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan ruhu yaşatmışlardır. Bu nedenle, İslam tarihinde sadece bir yönetim değil, aynı zamanda zaman üstü bir adalet ve hikmet modeli olarak yer almışlardır. Bugünün dünyasında bu ruhu anlamak ve tekrar ihya etmek, hem ümmetin hem insanlığın huzuru için zaruridir.