HAKİKATİN ÖNÜNDE EĞİLEN TARİKAT: İMANIN BİR MES’ELESİ, BİN KERAMETTEN ÜSTÜNDÜR
HAKİKATİN ÖNÜNDE EĞİLEN TARİKAT: İMANIN BİR MES’ELESİ, BİN KERAMETTEN ÜSTÜNDÜR
“İmam-ı Rabbanî Ahmed-i Farukî:
“Bütün tarîkatların en mühim neticesi, hakaik-i imaniyenin inkişafıdır.” ve “Bir tek mesele-i imaniyenin vuzuh ile inkişafı, bin keramata ve ezvaka müreccahtır.”
Şualar
Zaman olur ki kalpler arayışa düşer, ruhlar tatmin arar, gönüller marifet ister. Bu arayışta nice yollar, nice makamlar, nice hâller gösterilir. Tarikatlar, seyr ü sülûk yolları, zikirler, evradlar, cezbe ve vecd hallerine ulaşmanın vasıtalarıdır. Lakin bu yolların asıl hedefi nedir?
İşte bu noktada İmam-ı Rabbânî Ahmed-i Farukî Hazretleri’nin şu veciz beyanı güneş gibi parlamaktadır:
> “Bütün tarîkatların en mühim neticesi, hakaik-i imaniyenin inkişafıdır.”
“Bir tek mesele-i imaniyenin vuzuh ile inkişafı, bin keramata ve ezvaka müreccahtır.”
Bu söz, bütün mânevî yolculukların özünü ve özeti hükmündedir. Demek oluyor ki tarîkatlar birer vasıtadır, maksat ise imandır. Eğer bir kimse tarikat yolculuğunda, Allah’a ait bir hakikati, bir sıfatı, bir esmayı, bir ahirete dair imani meseleyi kalbine yerleştiremiyorsa, zahiren gördüğü harika hallerin değeri kalıcı değildir.
İmanın Bir Meselesi: Bin Yolu Aydınlatır
Bir insan, Allah’ın varlığına ve birliğine, O’nun Rahman ve Rahîm olduğuna, âhiretin vukuuna, Kur’ân’ın hak olduğuna ve peygamberliğin hakikatine sarsılmaz bir yakinle iman etmişse, onun kalbine güneş doğmuş demektir. Bu nur, binlerce tasavvufî hâldeki aydınlıktan daha parlaktır. Çünkü o iman, sahibini ebedî kurtuluşa taşır.
Kerametler, cezbe hâlleri, keşifler ve ledünnî bilgiler; eğer iman hakikatlerine basamak olmuyorsa, hayranlık uyandıran ama kalıcı meyve vermeyen çiçekler gibidir. Hakiki tasavvuf, ruhu şımartmak değil, nefsin zincirini kırmak ve imanı kuvvetlendirmektir.
Tarikatlar, Yol; İman, Hedeftir
İmam-ı Rabbânî bu sözleriyle bizlere bir uyarı yapmaktadır: “Yolda kalma, menzile var!” Tarîkat bir yolculuktur. Asıl varılacak yer, imanın hakikatleriyle Allah’ı kalpte tanımaktır. Bu tanıma, marifettir. Ve marifet, cezbeden hâllerden değil, kalbî tefekkür, aklî tahkik ve vicdanî teslimiyetle kazanılır.
Nice insanlar vardır ki keramet gösterir ama hâlâ imanî zaaf içindedir. Nice insanlar da vardır ki hiç kerameti yoktur ama imanı dağlar gibidir. Allah, imanla gelen bir gözyaşını, kerametle gelen bir alkıştan daha değerlendirir.
Risale-i Nur’un Tarikatlar Üstü Hizmeti
Bu hakikati Bediüzzaman Hazretleri de Risale-i Nur’da vurgular. Asrımızda tarikatların fenalıklarından değil, iman zaafından dolayı insanlar perişandır. O hâlde önce kalplere tahkikî iman girmeli, sonra feyz yolları açılmalıdır. Risale-i Nur, doğrudan doğruya imanı kurtarmaya yöneldiği için bu asırda tarikatların en yüksek gayesini doğrudan hedef edinmiştir.
ÖZET:
Bu makale, İmam-ı Rabbânî Hazretleri’nin “Tarîkatların en önemli neticesi, imanın hakikatlerinin inkişafıdır” sözünden hareketle, tarikatların bir araç olduğunu, asıl hedefin ise sarsılmaz bir iman kazanmak olduğunu vurgulamaktadır. Bir tek mesele-i imaniyenin kalpte yer etmesi, binlerce keşif ve keramet hallerinden daha değerlidir. Çünkü iman ebedî hayatın anahtarıdır, diğerleri ise sadece vasıtadır. İnsanın yolu değil, imana ulaşıp ulaşamadığı önemlidir.