Varlık Yokluktadır: Fenadan Bekaya Açılan Kapı
Varlık Yokluktadır: Fenadan Bekaya Açılan Kapı
Evet, Varlık yokluktadır.
Var olan varlıklar yokluktan çıkmaktadır.
Allah’ın varlığı Vâcibü’l-vücud olup,yokluğu olmayan varlıktır.
Kendisi için yok, yoktur.
Herşeyi muhit bir ilmi vardır.
O var idi, hiçbir şey yok idi.
Böylece tüm varlıklar yokluktan çıktı.
İnsanlar varlığı ve var olmayı varlıkta aramaktadırlar.
Oysa varlık yokluktadır.
Fani ol ki var olasın.
Bekanın yolu fenadan geçmektedir.
Bediüzzaman Hazretleri: “Hem O’nun mülküdür. Hem O vermiştir. Öyle ise, minnet etmeyerek ve çekinmeyerek fena et, fedâ et; tâ beka bulsun. Çünkü: Nefy-i nefy, isbattır. Yâni: Yok, yok ise; o vardır. Yok, yok olsa; var olur.”
*********
İnsan, gözünü açtığı andan itibaren çevresini gözlemleyerek anlamaya çalışır. Varlık içindedir; eşyayı, zamanı, mekânı, kendini ve başkalarını “var” olarak anlar. Fakat varlık, göründüğü kadar basit bir gerçeklik değildir. Çünkü hakiki varlık, sadece görünende değil, görünmeyende; sadece elde olanda değil, elden gidende; sadece hayatta değil, fanilikte gizlidir.
İnsanoğlu çoğu zaman varlığı maddede, kudreti sahip olmada, mevcudiyeti kalıcılıkta arar. Oysa Kur’ânî ve hikmetli bakışla meseleye yaklaştığımızda görülür ki, varlık aslında yokluktan çıkar. “O var idi, hiçbir şey yok idi” hakikati, her şeyin Allah’tan neş’et ettiğini, her varlığın aslında yoklukla yaratıldığını gösterir. Allah, Vâcibü’l-Vücuddur. Yani, varlığı zaruri, yokluğu mümkün olmayan tek varlıktır. Diğer tüm varlıklar, ancak O’nun var etmesiyle var olur. Ve her biri fani, gelip geçici, sınırlı ve muhtaçtır.
Bu hakikatin bir yansıması da insanın kendi nefsine olan bakışında ortaya çıkar. İnsan, kendini sürekli isbat etme derdindedir; bilinmek, görünmek, değer görmek ister. Oysa Bediüzzaman Said Nursî’nin ifade ettiği gibi:
“Hem O’nun mülküdür. Hem O vermiştir. Öyle ise, minnet etmeyerek ve çekinmeyerek fena et, fedâ et; tâ beka bulsun.”
Buradaki “fena”, yok oluş değil; nefsin aradan çekilmesi, benlik davasından vazgeçmektir. Çünkü insan, kendi benliğini ne kadar çok öne çıkarırsa, Hakk’a o kadar perdelenir. Nefsini yok bilen, Rabbini var eder. Kendini yok eden, Hakk’ta bekaya erer. “Nefy-i nefy, isbattır” kaidesi burada devreye girer: Yokluğu yok saymak, varlığa delildir. Eğer bir şeyin yokluğu yoksa, o şey var demektir. Allah için bu geçerlidir. O’nun yokluğu yoktur, çünkü varlığı ezelî ve ebedîdir.
Bu hikmetli sır, sadece bireysel bir tefekkür değil, aynı zamanda toplumsal ve tarihî bir derstir. İnsanlık, güç ve hükümranlık kurduğu her an var olduğunu zannetmiştir. Oysa imparatorluklar çökerken, büyük isimler tarihin tozlu sayfalarına karışırken varlık değil, fanilik tecelli etmiştir. Asıl baki olan; faniliği kabullenip Hakk’a teslim olanlardır.
Fani ol ki var olasın.
Bu cümle, çağımıza ve nefse büyük bir meydan okumadır. Zira çağımız, sürekli “olmak”, “görünmek”, “bilinmek” arzusuyla yanıp tutuşan bir zamandır. Fakat beka, ekranlarda değil; fenada gizlidir. Sessizliğin içindeki sadâ, görünmeyenin içindeki hakikat, faniliğin içindeki bekadır. Çünkü varlık, yokluktadır.
Özet:
Bu makale, “varlık” kavramının derinliğini ele alarak hakiki varlığın Allah’a ait olduğunu, tüm varlıkların yokluktan yaratıldığını anlatır. İnsan nefsinin kendini feda ederek Hakk’a yönelmesinin, gerçek bekaya giden yol olduğunu savunur. Bediüzzaman’ın “fena et, fedâ et; tâ beka bulsun” hakikatiyle insanın gerçek varlığa ancak yokluk kapısından geçerek ulaşabileceği anlatılır. Özetle: Varlık, faniliği kabullenmekte; beka, yoklukla yüzleşmektedir.