Küfrün Gölgesinde Yokluk, İmanın Nurunda Varoluş
Küfrün Gölgesinde Yokluk, İmanın Nurunda Varoluş
“Hakaik-i İslâmiyeye zıddiyet gösterip mübareze eden küfrün mahiyeti bir inkârdır, bir cehildir, bir nefiydir. Sureten ispat ve vücudî görülse de manası ademdir, nefiydir.
İman ise ilimdir, vücudîdir, ispattır, hükümdür. Her bir menfî meselesi dahi bir müsbet hakikatin unvanı ve perdesidir.”
Şualar
Küfür, çoğu zaman dışarıdan bakıldığında bir isyan, bir fikir, bir duruş gibi gözükse de, hakikatte bir yokluğun adıdır. Nitekim Bediüzzaman Said Nursî, bu gerçeği veciz bir şekilde ifade eder: “Küfrün mahiyeti bir inkârdır, bir cehildir, bir nefiydir.” Yani küfür; inatla kurulmuş bir varlık değil, hakikatten yüz çeviren bir yokluktur. Bilgisizliktir, hakikate kapanmış bir kalbin sessizliğidir.
Oysa iman, bir ilimdir. Bilmenin, tanımanın, anlamanın bir neticesidir. Varlığı inkâr etmeyip, hikmetle okumaktır. Gözle görüleni değil, görünende gizli olanı fark etmektir. İman, bu yüzden vücudîdir, yani varlık üzerine kurulu bir hakikattir. Bir hükümdür; bir şeyin ne olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini beyan eder. Her hükmü, arkasında bir ilim ve irade barındırır.
Küfür, sureten bir duruş gibi görünür. Kimi zaman bilim kisvesiyle, kimi zaman özgürlük sloganlarıyla ortaya çıkar. Ancak özü itibariyle bir ademdir; yani bir boşluk, bir hiçliktir. Neyi reddettiğini bile bilmeden, sadece inkâr etmekle yetinir. Çünkü “menfî”dir; yani her şeyi yok saymakla tanımlıdır. Var olanı silmeye çalışmak bir fikir değil, bir gaflettir.
İman ise en menfî meselede dahi müsbet bir hakikati gizler. Mesela ölüm… Küfür nazarında ölüm bir yokluk, bir sonsuz karanlık gibidir. Oysa iman nazarında ölüm, ebedî hayata açılan bir kapıdır. Aynı hadise, iki bakışta zıt manalar kazanır. İşte iman; olayları, varlıkları, hadiseleri ve hatta felaketleri bile müsbet bir anlam içinde okur. Her şeyin arkasında bir hikmet arar, bir rahmet görür, bir nizam keşfeder.
Bu yüzden küfür, cehaletin bir tezahürüdür; ilimden, anlayıştan, tefekkürden kaçıştır. İman ise kalbin ve aklın ortak sesiyle varlığa yönelmek, onu anlamak, onu sevmektir. Her ne kadar küfür bazen akılcılık ve özgürlük perdesi altında kendini gösterse de, aslında temeli ilimsizlik ve inkâra dayanır. Çünkü bir şeyi bilmeden inkâr etmek, ilim değil cehalettir.
Bugünün dünyasında, özellikle genç nesiller arasında, “her şeye şüpheyle yaklaşmak” adı altında bir inkâr kültürü yayılmaktadır. Fakat bu, zihinleri özgürleştirmekten çok, anlam boşluğuna sürüklemektedir. Kalpler doymaz, zihinler tatmin olmaz, ruhlar huzur bulmaz. Çünkü inkâr; ne güven verir, ne sığınak olur, ne de bir gelecek vaad eder. Varlığı inkâr etmek, varoluşu anlamsızlaştırmaktır.
İman ise, insanı boşlukta savrulmaktan kurtarır. Her şeyi yerine koyar. Hayatı anlamlı kılar, ölümü bile ebediyetin eşiği haline getirir. İnsana kim olduğunu, neden yaşadığını ve nereye gittiğini öğretir. Bu yönüyle iman, yalnız bir inanç değil; bir bakış açısı, bir hayat felsefesi, bir varlık şuurudur.
Bediüzzaman’ın dediği gibi:
“Her bir menfî meselesi dahi bir müsbet hakikatin unvanı ve perdesidir.”
Yani küfür; yok etmek istediği şeyin bile isbatına hizmet eder. Tıpkı karanlığın ışığın yokluğunu göstermesi gibi, inkâr da aslında isbatın perdesi olur.
İşte bu yüzden küfür bir hiçlik, iman ise bir varlıktır. Küfür bir çöküştür, iman bir inşa… Küfür bir unutkanlık, iman bir hatırlayıştır. Küfür bir yıkım, iman ise bir diriliştir.
Özet:
Küfür, hakikatte bir yokluktur; ilme değil cehalete, isbata değil inkâra dayanır. Yüzeyde bir duruş gibi görünse de, aslında hiçbir hakikate dayanmayan bir menfîliktir. Oysa iman, ilimle beslenen, varlıkla bütünleşen, hakikati gören bir isbattır. Her olayı anlamlı kılar, hayatı manalandırır, ölümden sonrası için bir umut sunar. Küfür inkârdır; iman ise varlıktır, diriliştir. Bu sebeple, imanın nuruyla bakmak, varlığı hakikatiyle görmek demektir.