Islahatçının Terazisi: İlk Günle Son Gün Arasındaki Sır

Islahatçının Terazisi: İlk Günle Son Gün Arasındaki Sır

“Herhangi bir iklimde zuhur eden bir ıslahatçının mahiyet ve hakikatini, sadakat ve samimiyetini gösteren en gerçek miyar; davasını ilana başladığı ilk günlerle, muzaffer olduğu son günler arasında ferdî ve içtimaî, uzvî ve ruhî hayatında vücuda gelen değişiklik farklarıdır, derler.”
Tarihçe-i Hayat

Tarih boyunca insanlık, nice ıslahatçının, liderin, dâvâ adamının izini gördü. Kimi, zulmü kaldırmak, kimi adaleti tesis etmek, kimi de hakikati ilan etmek için zuhur etti. Ancak zaman gösterdi ki, her görünen ışık nur değil, her iddia samimiyet değil. Gerçekle görüntü, iddiayla istikamet, sözle sadakat çoğu zaman birbirine zıt düşebildi.

Bu sebeple, “Herhangi bir iklimde zuhur eden bir ıslahatçının mahiyet ve hakikatini, sadakat ve samimiyetini gösteren en gerçek miyar; davasını ilana başladığı ilk günlerle, muzaffer olduğu son günler arasında ferdî ve içtimaî, uzvî ve ruhî hayatında vücuda gelen değişiklik farklarıdır.” denmiştir. Bu söz, basit bir tarih tesbiti değil; bir karakter terazisidir.

İlk Gün ve Son Gün Arasındaki Uçurum

Nice ıslahatçı, yola çıktığında mütevazıdır, kanaatkârdır, yüksek ideallerle yanar. Ancak muvaffakiyet geldikçe, alkışlar arttıkça, çevresi genişledikçe, hakikatle değil, nefsiyle konuşmaya başlar. Elindeki dâvâyı bir manevî emanet olarak değil, dünyevî bir iktidar olarak görür. Bu dönüşüm, dıştan değil, içten başlar. Ruhu sarsılır, niyeti bulanır. İlk günkü hâliyle son günkü hâli arasında dağlar kadar fark oluşur.

İşte bu fark, onun hakikî olup olmadığının aynasıdır.

Bediüzzaman Said Nursî’nin hayatına baktığımızda bu ölçü bizzat onun şahsında tecessüm etmiştir. Hayatının başında da sonunda da davası aynıydı: İman hakikatlerini kurtarmak ve neşretmek. Hiçbir zaman dünyevîleşmedi, alkış peşinde koşmadı. Mahkemelerden zindanlara, sürgünlerden işkencelere kadar her zorlukta sadakatle sebat etti. Ne ilk gün ne de son gün, dâvâsından ve mütevazı şahsiyetinden sapmadı. İşte bu yüzden onun hakikî bir ıslahatçı olduğu, yalnızca sözlerinden değil, hayatından anlaşılır.

Muvaffakiyet Sarhoşluğu ve Sadakat İmtihanı

Asıl imtihan, yenilgi değil, zaferdir. Çünkü mağlubiyet sabır ister ama zafer, istikamet ister. Kaybetmekte nefsin tesellisi yoktur, ama kazanmakta nefsin tuzağı çoktur. Bir ıslahatçı, zaferi ne kadar taşıyabiliyorsa, dâvâsı o kadar hakikîdir.

İlk günkü tevazuu, son günkü tahtında da muhafaza eden; ilk gün halkın içinde bir fertken, son gün halkın üstünde değil, yine içinde olmayı başaran; mal, makam, menfaat, güç gibi dünyevî cazibelere karşı dâvâsını bozmayan ıslahatçılar, işte hakikî ve samimi olanlardır.

Ve bu ölçü sadece ıslahatçılara değil, her mü’mine, her hizmet ehline bir miyar, bir vicdan terazisidir. Hepimiz için geçerli olan bir sorudur:

İlk günkü safiyetimizle, bugünkü meşguliyetimiz arasında ne kadar fark var?

Özet:

Bu makale, hakikî bir ıslahatçının samimiyet ve sadakat ölçüsünü ilk günle son gün arasındaki hayat farklarında arar. İslah hareketinin doğruluğu; dâvânın başlangıcındaki ihlâsla, zaferdeki istikametin aynı kalmasıyla ölçülür. Dünyevîleşmeyen, nefsiyle değil dâvâsıyla yürüyen liderler, bu terazide ağır basan hakikatli şahsiyetlerdir. Gerçek muvaffakiyet, zaferden sonra da ilk günkü duruşta kalabilmektir.

 

 

Loading

No ResponsesHaziran 15th, 2025