İman Kemâle Ererse: Bir Kalbin Cihâna Bedel Yolculuğu
İman Kemâle Ererse: Bir Kalbin Cihâna Bedel Yolculuğu
Eğer bir iman, kemalini bulursa neler yapar ve ne hârikalar doğururmuş.
Bir azm, eğer iman dolu bir kalbe girerse
İnsan da o imandaki son sırra ererse
En azgın ölümler ona zincir vuramazlar
Volkan gibi coşkun akıyor, durduramazlar
Rabb’imden iner azmine kuvvet veren ilham
Peygamber’i rüyada görür belki her akşam
Hep nur, onun iman dolu kalbindeki mihrab
Kandil olamaz ufkuna dünyadaki mehtap
Kar kış demez, irkilmez, üzülmez, acı duymaz
Mevsim bütün ömrünce ılık gölgeli bir yaz
Cennetteki âlemleri dünyada görür de
Mahvolsa eğilmez sıradağlar gibi derde
En sarp uçurumlar gelip etrafını sarsa
Ay batsa, güneş sönse, ufuklar da kararsa
Gökler yıkılıp çökse yolundan yine dönmez
Ruhundaki imanla yanan meşale sönmez
Kalbinde yanardağ gibi iman ne mukaddes
Vicdanına her an şunu haykırmada bir ses:
Ey yolcu! Şafaklar sökecek durma, ilerle
Zulmetlere kan ağlatacak meşalelerle
Yıldızlara bas, çık yüce âlemlere yüksel
İnsanlığı kurtarmaya cennetten inen el.”
Tarihçe-i Hayat
İman… Sadece bir fikir değil, bir ışık; sadece bir kabul değil, bir değişimdir. Kalbe girdiğinde orayı aydınlatmakla kalmaz, bütün âlemi de onunla aydınlatır. Fakat bu iman kemâlini bulursa, sıradan bir inanç olmaktan çıkar, bir hayat tarzı olur; bir enerjiye dönüşür, bir varoluş sebebi olur. Tıpkı Kur’ân’ın ve sahabenin kalbinde parlayan o nur gibi…
Tarihçe-i Hayat’ta geçen bu veciz dizelerde, kemâle ermiş bir imanın ne gibi harikalar doğurduğunu veciz şekilde anlatır. “Bir azm, eğer iman dolu bir kalbe girerse…” diyerek başlayan bu şiir, yalnızca bir duygu değil, bir davanın, bir yürüyüşün ve bir değişimin tarifidir.
Kemâle ermiş bir iman, önce sahibini dönüştürür. O kişi artık ölümden korkmaz, çünkü ölüm ona vuslattır. Zorluklardan yılmaz, çünkü zorlukta Rabbine yakınlık görür. Her gecede bir sabah arar, her karanlıkta bir ışık yakar. Onun için “kandil olamaz ufkuna dünyadaki mehtap”; çünkü kalbindeki mihrabın nuru, dünya ışıklarının çok ötesindedir.
Bu kişi için mevsim hep yazdır. Çünkü imanı, ruhunun iklimini ebedî bahara çevirmiştir. Kalbinde yanardağ gibi yanan iman, ona sabır verir, azim verir, vuslatı müjdeler. Cennet, daha dünyadayken onun içinde bir hal alır. Öyle ki “cennetteki âlemleri dünyada görür” olur.
İman, sahibini yeryüzüyle gökyüzü arasında bir köprü yapar. Sadece kendi kurtuluşunu düşünmez; insanlık için yola düşer. O artık “insanlığı kurtarmaya cennetten inen el”dir. Bu ruh, Peygamberleri izler; azmini, Resûlullah’ın davasından alır. O dâvâ ki gece rüyalarda, gündüz seyranlarda görülür. Her nefeste Allah’ın izniyle yenilenir.
Ve işte bu yüzden, kemâle ermiş bir imanla yola çıkan bir yolcu, gökler çökse, dağlar eğilse, ay kararsa bile durmaz, dönmez. Çünkü ruhunda yanan meşale, dünyalık rüzgârlarla sönmez.
Bu dava, sahabe ruhudur. Bu dava, Bediüzzaman’ın ifadesiyle “iman kurtarmak” için dünyayı terk edenlerin, makamları elinin tersiyle itip mağaralarda yazanların, zindanlarda sabırla bekleyenlerin davasıdır. Her biri bu hakikati haykırır:
“Ey yolcu! Şafaklar sökecek. Durma, ilerle!”
Özet:
Bu makale, iman kemâle erdiğinde bireyin iç ve dış dünyasında nasıl büyük dönüşümler yaşandığını işler. Kalbindeki imanın nuru ile aydınlanan kişi, ölüme meydan okur, karanlıklarda ışık olur, dünyaya sığmaz hale gelir. Ruhundaki bu güçle sadece kendi değil, insanlığın da kurtuluşuna vesile olur. Zorluklar karşısında eğilmez, çünkü meşalesi ilâhîdir. İman kemâle erdiğinde, insan, sıradan biri olmaktan çıkar; göklerin bile sarsamayacağı bir dağ gibi olur.