Kâinatla Kendini Tanıtan, Elbette Kendi Sözleriyle Konuşur

Kâinatla Kendini Tanıtan, Elbette Kendi Sözleriyle Konuşur

“Kendini tanıttırmak için kâinatı, bu kadar hadsiz masraflarla, baştan başa hârikalar içinde yaratan ve binler dillerle kemalâtını söylettiren, elbette kendi sözleriyle dahi kendini tanıttıracak.”
Şualar

İnsan bu âleme, bir muhatap olarak gönderildi. Görmesi için göz, duyması için kulak, anlaması için akıl ve sevmesi için kalp verildi. Peki, bu kadar donanımla karşısında bulduğu şey neydi? Bir kitap gibi yazılmış bir kâinat.

Bu kitapta güneş bir satır, ağaç bir kelime, bir çiçek bir nokta gibidir. Her şey bir düzen, bir sanat, bir hikmet ve rahmet ile yaratılmıştır. Bu sanatlı yaratılış, kime işaret eder? Elbette ki onu yapan, düzenleyen, yaşatan ve yöneten bir Zât’a: Hâlık-ı Kâinat’a.

Ve Bediüzzaman der ki:

> “Kendini tanıttırmak için kâinatı, bu kadar hadsiz masraflarla, baştan başa hârikalar içinde yaratan ve binler dillerle kemalâtını söylettiren, elbette kendi sözleriyle dahi kendini tanıttıracak.”

Bu söz, bir zorunluluğu, bir hikmeti, bir zarureti ifade eder. Gelin birlikte bu zarureti tefekkür edelim:

  1. Kâinat Bir Kitapsa, Kur’ân O Kitabın Tercümesidir

Kâinat kitabını okurken akıl bazen duraksar, şaşırır, karışır. Güneşin doğuşu onu hayrete düşürür ama amacı nedir, nasıl yorumlanmalıdır? İşte burada, kâinatın Yaratıcısı, kendi kelamıyla devreye girer: Kur’ân.
Kur’ân, “Bu gördüğünüz âlemi ben yaptım. Sebepsiz değil, gelişigüzel değil. Her biri benim ismimi, sıfatımı anlatıyor” der.

Kâinatın dili mecazdır; Kur’ân onun mealidir. Kâinatın yaratılışı Allah’ın kudretinden haber verir; Kur’ân ise onun kelâm sıfatından. İkisi birleşince insan hem kalbiyle sever, hem aklıyla inanır.

  1. Kendini Tanıtmak İsteyen, Bizzat Konuşur

Bir ressam resmini sergileyip ortadan kaybolsa, insanlar yalnızca eserden ressamı tahmin eder. Ama ressam gelse ve dese ki: “Bu tabloyu ben yaptım, bu renkteki derinlik benim şu duygumu yansıtır”, işte o zaman resim anlam kazanır.

Aynen öyle, Allah da kendisini yalnız kâinatla tanıtmadı. Çünkü sadece eseriyle tanınmak, eksik bir tanınmadır. Zatına, sıfatlarına, isimlerine dair bilgiyi en doğru şekilde yalnız kendi verebilir. Bunun için Kur’ân’ı gönderdi, peygamberleri konuşturdu.

  1. Kur’ân: Sanatkârın Kendi Dilinden Bir Tanıtım

Kur’ân, Allah’ın kendisini tanıttığı beyanıdır. Ve her beyanın değeri, sahibine göre olur. Kur’ân’da Rabbimiz sadece “Ben varım” demez; “Benim nasıl bir Zât olduğumu da bilin” der:

Rahmânım, Rezzâkım, Ğafûrum, Alîmim, Hakîmim…

“Her şeyi hikmetle yarattım.”

“Hiçbir şeyi abes yapmadım.”

“İnsanı en güzel surette yarattım.”

“Ve sizi huzuruma alacağım, hesaba çekeceğim.”

Bu ifadeler, yaratıcının sanatkârlığını değil, şahsiyetini ve maksatlarını da öğretir. Yani Kur’ân, sadece emir ve yasak değil; tanıtım, rehberlik ve yönlendirmedir.

  1. Kur’ân Olmasaydı, Kâinat Anlaşılmazdı

Sadece gözle bakan, çiçeğin estetik güzelliğini görür. Ama Kur’ân’la bakan, onun Rahmân isminin tecellisi olduğunu görür. Sadece akılla bakan, yıldızların hareketine hayran kalır. Kur’ân’la bakan ise onun Alîm ve Kadîr olan bir Zât tarafından idare edildiğini bilir.

Yani Kur’ân olmasa, insan kâinatı maddeden ibaret zannederdi. Ama Kur’ân, o maddenin ötesini, gayesini ve sahibini gösterdi.

Özet:

Allah, kendini tanıttırmak için baştan başa harikalarla dolu bir kâinat yaratmıştır. Bu sanatlı yaratılış, onu tanımayı zorunlu kılar. Ancak bu tanıma, en doğru şekilde, sanatkârın kendi kelamıyla olur. Kur’ân, bu anlamda kâinat kitabının tercümesi ve Allah’ın bizzat tanıtımıdır. Kâinatla gösterdiğini, Kur’ân’la konuşturmuştur. Böylece insan aklı ve kalbiyle onu hem tanır, hem sever, hem kulluk eder.

 

 

Loading

No ResponsesHaziran 14th, 2025