Taassubun Zinciri, İnkârın Körlüğü: Hakkı Görmenin İki Düşmanı
Taassubun Zinciri, İnkârın Körlüğü: Hakkı Görmenin İki Düşmanı
Göz Var, Görmek İstemiyor
İnsana verilen en büyük nimet, akıldır. Çünkü akıl, hem duyuların kılavuzu hem de kalbin muhasebesidir. Fakat ne gariptir ki, insan bazen aklına rağmen görmez, bazen de aklını hapseder. Bu iki hâlin adı farklıdır ama sonuçları ortaktır: Hakikatten uzaklaşmak.
Biri inkâr eder, hiçbir şeyi kabul etmez.
Diğeri taassup içinde kıvranır, kendi bildiğinden başka hiçbir şeye açık değildir.
Her iki yol da hakkın karşısında perdedir.
İnkâr: Güneşi Gözüyle Kapatanın Karanlığı
İnkâr, hakikatin varlığını inkâr etmektir. Delile bakmaz, hakka kulak vermez. Gururla:
“Ben görmedikçe inanmam!” der ama gözünü kapatmıştır zaten.
İnkâr eden, düşünmeye baştan set çeker.
Şüphe eder ama sorgulamaz.
Red eder ama delil aramaz.
Böylece inkâr, çoğu zaman bilgisizlikten değil, nefsin direnişinden doğar.
Taassup: Doğruyu Kılıfla Boğmak
Taassup ise, hakikati yalnız kendi zihninde dondurmak demektir.
“Benim bildiğim tek doğru” diyen, başka delilleri duymaya tahammül edemez.
Hakkı değil, alıştığını savunur.
Delili değil, şahsı yüceltir.
Din adına konuşur ama dinin değil, kendi yorumunun esiridir.
Bu hâl, Bediüzzaman’ın deyimiyle:
> “Dinde gayet hassas, fakat muhakeme-i akliyede noksan” olmak demektir.
Yani kişi samimi dindar olabilir; ama delil, istidlâl ve ölçü bilmezse, taassuba düşebilir.
Ve o zaman din, nefsin dar kalıplarında boğulur.
Din Aklın Dışında Değil, Aklın Zirvesindedir
Kur’an’ın en çok emrettiği şey nedir? Akletmek.
“Hiç düşünmez misiniz?”
“Hiç akletmez misiniz?”
“Hiç ibret almaz mısınız?”
Kur’an, körü körüne taklidi değil, delil temelli bir imanı teşvik eder.
Ne inkârcı akılcılığı, ne de akıldan nasipsiz taassubu kabul eder.
Çünkü hakikat, akıl ve kalbin birlikte çalışmasıyla görünür.
Birinde eksiklik varsa, ya inkâra ya taassuba düşülür.
Taassup, Hakikatin Hakkını Yiyendir
Taassup, sadece karşıyı susturmaz; hakikatin sesini de boğar.
Bugün İslam dünyasında birçok mesele, sırf “benim görüşüm doğrudur” diyenlerin, başka bir bakış açısını susturmasıyla çözümsüz hale gelir.
Hâlbuki hakikat tektir ama yolları çoktur.
Taassup, bu yolları kapatır.
İnkâr ise, o yolları yok sayar.
Akılsız Dindarlık mı, Din Dışı Akılcılık mı?
Günümüzde iki uç yaygındır:
Biri, aklı bütünüyle dışlayan, sorgulamayı “şüphe” zanneden taassup.
Diğeri, dini tamamen akıl dışı görüp, inkâr yolunu seçen seküler zihin.
Her iki uç da Kur’an’ın dengesinden uzaktır.
Çünkü İslam, ne aklı dışlar ne de aklı ilahlaştırır.
İslam, aklı vahyin kılavuzunda bir ışık olarak kullanır.
Sonuç: Hakkı Görebilmek İçin Göz Değil, Gönül Gerek
Hakkı görmek, sadece gözle değil, ihlâsla, tefekkürle olur.
İnkâr, gözü kapatmaksa;
Taassup, gözü sabitlemek ve başka yere bakmamaktır.
Her ikisinden kurtuluş,
Aklı işletmekle,
Kalbi saf tutmakla,
Delile hürmet etmekle mümkündür.
Bediüzzaman’ın dediği gibi:
> “Hakkın hatırı âlidir; hiçbir hatıra feda edilmez.”
O hâlde biz de:
Ne inkârın kibirli karanlığına,
Ne taassubun dondurucu inadına düşelim.
Hakkı arayalım.
Ve bulduğumuzda onu sevgiyle, delille, hikmetle paylaşalım.
Özet:
İnkâr, delili görmemek ve hakikati reddetmektir; taassup ise yalnız kendi doğrusunu mutlak doğru sanmaktır.
“Dinde hassas, akılda noksan” hâli, samimi ama ölçüsüz dindarlığı tanımlar; bu da kişiyi taassuba sürükler.
Kur’an aklı dışlamaz, sürekli “akletmeye” davet eder.
Gerçek tebliğ ve iman, akıl ile kalbin birleştiği, delil ile ihlâsın buluştuğu yerdedir.
Hakkı görmek için sadece göz değil, temiz bir gönül ve açık bir akıl gerekir.