Kelâm ile Kelâmullah Arasındaki Fark: Vahyin Sonsuz Ufku
Kelâm ile Kelâmullah Arasındaki Fark: Vahyin Sonsuz Ufku
“Hadîs der âyete: Sana yetişmek muhal!
Hadîs ile âyeti muvazene edersen, bilbedahe görürsün; beşerin en beliği, vahyin de mübelliği, o dahi bâliğ olmaz
Belâgat-ı âyete. O da ona benzemez. Demek ki lisan-ı Ahmedîden gelen her bir kelâm her dem onun olamaz.”
Sözler. Lemaat
“Hadîs der âyete: Sana yetişmek muhal!”
İnsanoğlu sözün en güzelini arar. Kimi şiirde arar bunu, kimi felsefede, kimi ise ilâhî kelâmda. Fakat sözün zirvesi olan Kur’ân-ı Hakîm, beşerin her türlü söz ve beyanının ötesindedir. Hattâ en yüksek derecede fesahat ve belâgat sahibi olan Fahr-i Kâinat Efendimiz’in (s.a.v.) kendi kelâmı olan hadîsler bile, Allah’ın kelâmı olan Kur’ân’a yetişemez. İşte Lem’alar’da geçen şu cümle bu hakikatin veciz bir ifadesidir:
> “Hadîs der âyete: Sana yetişmek muhal!”
Bu söz, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) bile, kendi kelâmının Allah’ın kelâmına yetişemeyeceğini ikrar eder gibi, hadîs diliyle konuşur. Çünkü hadîs, ilham ile gelen, ancak beşer diliyle ifade edilen bir hakikattir. Kur’ân ise doğrudan doğruya Allah’ın kelâmıdır, yani vahiydir. Arada sınırsız bir seviye farkı vardır.
Beşer Lisanının Sınırları
Hz. Muhammed (s.a.v.), beşerin en fasîhi, en beliğidir. Onun lisanı Cibril’in vesilesiyle gelen vahyin tercümanı olmuş, kalplerin kilidini açan anahtar hükmüne gelmiştir. Ancak, yine de onun kendi sözleri, Allah kelâmı olan Kur’ân’a benzemez. Zira Kur’ân’ın belâgati, fasahati, i’câzı (mucizeliği) mahlûk kelâmına benzemez. Kur’ân, mahlûk değil, Hâlık’ın kelâmıdır.
> “Beşerin en beliği, vahyin de mübelliği, o dahi bâliğ olmaz belâgat-ı âyete.”
Hz. Peygamber’in sözleri, ne kadar güzel olursa olsun, yaratılmıştır. Oysa Kur’ân, yaratılmamıştır. Bu fark, kelâm ile Kelâmullah arasındaki uçurum gibidir. Hadîs ne kadar hikmet dolu, veciz, derin olursa olsun, Kur’ân’ın bir ayetine yetişemez.
Her Söz O’na Ait Değildir
> “Demek ki lisan-ı Ahmedîden gelen her bir kelâm her dem onun olamaz.”
Peygamber Efendimiz’in ağzından çıkan her söz, vahiy değildir. Onun bazı sözleri ilhamdır, bazıları tecrübe, bazıları ictihad, bazıları ise beşerî içtimaî hayatın gereğidir. Kur’ân’la hadîsi bu noktada ayırmak gerekir. Bu, onun nübüvvetine halel getirmez. Aksine, onun risaletinin ve beşerî yönünün ayrımını yapmak, onu daha doğru tanımamıza vesile olur.
Kur’ân’ın bir harfi, bir kelimesi, hatta bir noktası bile Allah’tandır. Bu yüzden ebedîdir, ezelîdir ve beşer kelâmından tamamen ayrıdır. Bu ayrım, hak ile batılı ayıran Furkan’dır.
İbretli Bir Misal
Bir padişahın mührünü taşıyan bir ferman, onun ağzından çıkmamış bile olsa bütün saray mensuplarının sözlerinden üstündür. Çünkü o ferman, sultanın makamını temsil eder. Kur’ân da öyledir. O, doğrudan doğruya Allah’tan gelmiştir. İnsan sözleri arasında onun dengi olabilecek hiçbir beyan yoktur. Bu nedenle hadîs bile, Kur’ân’a ulaşmaya çalışırken, “Sana yetişmek muhal” der mahcuplukla.
Bugünün Mü’minine Mesaj
Bu ince çizgiyi doğru anlamak, bugün biz mü’minlerin de sözlerinde, kanaatlerinde, tebliğ ve irşad üsluplarında dengeyi ve edebi korumasını sağlar. Her hakikati “ayet gibi” sunmak, her fikri “vahiymiş” gibi dayatmak, ciddi bir tehlikedir. Peygamber’in (s.a.v.) bile sözleriyle Kur’ân arasındaki mesafeyi fark ettiğimizde, kendi sözümüzün ne kadar sınırlı, ne kadar kusurlu olabileceğini de daha iyi anlarız. Bu idrak, tevazu kazandırır.
Özet:
Bu makale, Bediüzzaman Said Nursî’nin Lem’alar eserinde geçen “Hadîs der âyete: Sana yetişmek muhal” cümlesinden yola çıkarak, Kur’ân ile hadîs arasındaki belâgat ve mahiyet farkını açıklamaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v.) beşerin en beliği olsa da, Kur’ân’ın kelâmına yetişemez; çünkü hadîs, vahyin değil, ilhamın mahsulüdür. Bu fark, Kur’ân’ın mucizevî yapısını ve ebedî kelâm oluşunu daha iyi anlamamıza yardımcı olur. Mü’min, bu ayrımı doğru yaparak, kendi söz ve yorumlarını da haddini bilerek değerlendirmelidir.