İlimde Sınır, Hikmette Ölçü: Tefsirin ve Şeriatın Sahası Nasıl Belirlenir?

İlimde Sınır, Hikmette Ölçü: Tefsirin ve Şeriatın Sahası Nasıl Belirlenir?

“Bir gayr-ı müslim yalnız mescide girmekle Müslüman olmasına kâfi olmadığı gibi; tefsirin veya şeriatın kitaplarına, hikmet veya coğrafya veya tarih gibi bir fennin meselesi girmesiyle tefsir veya şeriat olamaz. Hem de bir müfessir veya fakîh mütehassıs olmak şartıyla, hükmü yalnız nefs-i şeriat ve tefsirde hüccettir. Yoksa tufeylî olarak izinsiz tefsir, şeriat kitaplarına girmiş emirlerde hüccet değildir. Zira onlarda tufeylî olabilir. Nâkile itab yoktur.”
Muhâkemat. 27

İlmin her dalı, kendi alanında kıymetlidir. Fakat bu kıymet, o alanın sınırlarını aştığında karışıklık, bulanıklık ve istismar başlar. Bu durum, özellikle tefsir ve şeriat ilimleri gibi kutsal ve hassas alanlarda daha da dikkatle ele alınmalıdır. Bediüzzaman Said Nursî’nin Muhâkemat eserinde yer alan şu tesbiti, bu ölçüyü çok net bir şekilde ortaya koyar:

> “Bir gayr-ı müslim yalnız mescide girmekle Müslüman olmasına kâfi olmadığı gibi; tefsirin veya şeriatın kitaplarına, hikmet veya coğrafya veya tarih gibi bir fennin meselesi girmesiyle tefsir veya şeriat olamaz.”
(Muhâkemat, s. 27)

Bu cümleyle, dinî ilimlerin ruhunu anlamadan sadece metnine veya şekline dahil olmanın, o ilim içinde yer almak anlamına gelmeyeceği vurgulanmaktadır.

Tefekkürle Karışan Tefsir, Hakikat mi Kaynak mı Karışır?

Kur’ân tefsiri, sadece lafzın değil, mananın, maksadın ve ilahî muradın açıklanmasıdır. Tefsir, mücerret aklın alanı değildir; nübüvvet, dirayet, rivayet ve rehberlik ister. Her tarihî, coğrafî ya da felsefî bilgi, tefsir kitaplarına girmiş olabilir; fakat bu, o bilgileri “ilahi tefsirin bir parçası” yapmaz.

Bu, bir gayr-ı Müslim’in camiye girmesiyle Müslüman olmayışına benzer. Cami, kutsal bir mekândır; fakat oraya giren, sadece ayakkabısını çıkarıp içeri girdiği için Müslüman sayılamaz. Çünkü iman kalpte, teslimiyet ruhta, şehadet dildedir. Aynı şekilde tefsirin içine alınan her konu, tefsirin ruhuyla bütünleşmedikçe, oraya sadece “tufeyli bir misafir” olarak girmiş olur.

Şeriatın Delili: Ehliyet ve İntisapla Sabittir

Şeriat, Allah’ın koyduğu ahkâm sistemidir. Bu sistemin hükümleri, fakîhler ve müçtehitler gibi sahasında ihtisas kazanmış kişiler vasıtasıyla anlaşılır. Din, her akıl yürütenin alanı değildir. Bediüzzaman’ın ifadesiyle:

> “Bir müfessir veya fakîh mütehassıs olmak şartıyla, hükmü yalnız nefs-i şeriat ve tefsirde hüccettir.”

Yani yalnızca o ilmin içinde pişmiş, ilmî metodolojiyi bilen, hükmü neye göre verdiğini bilen kişi, delil getirebilir. Aksi hâlde, bir felsefeci veya tarihçinin, şeriat kitabına giren bir bilgi üzerinden hüküm vermesi, dışarıdan izinsiz hüküm koymak gibidir ve hüccet olamaz.

Tufeyli Bilgiler: Gölge Eden Işıklar

Tefsir veya fıkıh kitaplarına giren bazı tarihî, hikemî, coğrafî veriler, maksadı açıklamak içindir. Yani asıl kaynak değil, misal ve açıklamadır. Bu tür bilgilere dayanarak “Şeriat bunu söylüyor” demek, yol tabelasına bakıp kendini varış noktasında sanmak gibidir.

Tarihî rivayetlerin bir kısmı da böyledir: Gerçekliği şüpheli olabilir, yorumlanması zordur. Bunlar, delil değil, açıklayıcı veya dikkat çekici unsur olabilir. Bu sebeple Bediüzzaman:

> “Onlarda tufeylî olabilir. Nâkile itab yoktur.”
derken, bu tür bilgilerin aktarıcılarını değil, onları dinin temel kaynağı gibi sunanları tenkit eder.

Sonuç: Her İlmin Edebi, Her Delilin Kaynağı Olur

İslam’da en temel esaslardan biri, ilimde edep, istidlalde itidal, sözde sınır bilincidir. Kur’ân, “bilmediğiniz şeyin ardına düşmeyin” diyerek (İsrâ 36) bu hassasiyeti öğretir. İlmin her sahası, kendi usulüyle kıymetlidir. Ancak ilimlerin birbirine karıştırılması değil, konuşması gerekir.

Bu sebeple tefsir, kendi ilmî metodu ile; fıkıh, kendi usulüyle; tarih ve hikmet ise yalnızca yardımcı unsurlar olarak değerlendirilmelidir. Çünkü her bilginin kıymeti, ait olduğu yerle kaimdir.

Makale Özeti

Bu makale, Muhâkemat’ta geçen “gayr-ı Müslim’in mescide girmesiyle Müslüman olmayacağı gibi, yabancı unsurların tefsire girmesiyle onun tefsir olamayacağı” tespitinden yola çıkar. Tefsir ve şeriat ilimlerinin, yalnızca ehil kişilerce ve doğru yöntemlerle anlaşılması gerektiği vurgulanır. Dışarıdan gelen felsefî, tarihî veya coğrafî bilgilerin tefsirin parçası değil, yalnızca açıklayıcı unsurlar olabileceği ifade edilir. Ayrıca bu bilgilerin delil olarak kullanılmaması gerektiği ve sadece uzmanların görüşlerinin hüccet kabul edilmesi gerektiği üzerinde durulur. Sonuç olarak her ilmin kendi sınırları içinde anlam kazandığı hatırlatılır.

 

 

Loading

No ResponsesHaziran 10th, 2025