Musibet Çağında Kalbin Terbiyesi: Acının Ardındaki Rahmet
Musibet Çağında Kalbin Terbiyesi: Acının Ardındaki Rahmet
“Evet, şimdi küre-i arzda herkes ya kalben ya ruhen ya aklen ya bedenen gelen musibetten hissedarlıktan azap çekiyor, perişandır. Bilhassa ehl-i dalalet ve ehl-i gaflet, merhamet-i umumiye-i İlahiyeden ve hikmet-i tamme-i Sübhaniyeden habersiz olduğundan, rikkat-i cinsiye sebebiyle nev-i beşerle alâkadar olduğundan, kendi eleminden başka nev-i beşerin şimdiki elîm ve dehşetli elemleri ile dahi müteellim olup azap çekiyor.”
Tarihçe-i Hayat.311
Zaman bir imtihan hâlidir. Günümüzde her insan, farkında olsun veya olmasın, bir musibetin gölgesinde yaşıyor. Kimisi savaşların acısıyla, kimisi geçim derdiyle, kimisi ruhsal çöküntüyle, kimisi ailevi kargaşalarla mücadele ediyor. Öyle bir asır ki; hiç kimse tamamen huzur içinde değil, hiç kimse bütünüyle selamette değil.
Bediüzzaman Hazretleri bu manzarayı bir hakikat aynasında şöyle tasvir eder:
> “Şimdi yeryüzünde herkes ya kalben, ya ruhen, ya aklen, ya bedenen bir musibetten hissedardır.”
Bu cümle, yaşadığımız çağın ortak kaderini ifşa ediyor: Toplu bir sarsıntı, küresel bir sızı ve herkesi içine çeken bir buhran hali. Fakat bu buhran sadece zahiri değildir. Asıl azap, musibeti anlamlandıramayan kalplerin içinde kopmaktadır.
Acıdan Kaçmak Değil, Manasını Anlamak Gerekir
Ehl-i gaflet ve dalaletin çektiği azap, sadece dış musibetlerden değil, musibeti mana-i harfiyle değil, mana-i ismiyle okumasından kaynaklanır. Yani musibeti Allah’tan gelen bir terbiye ve ikaz değil de, sırf kör bir felaket gibi görmesinden. Bu bakış açısı kişiyi:
Merhamet-i İlahiye’den uzaklaştırır,
Hikmet-i Rabbaniye’yi inkâr ettirir,
Musibeti zulüm zannettirir.
Oysa bir mümin bilir ki; musibet, terbiye edicidir. İlahi bir uyarıdır, sarsmak için değil, uyandırmak içindir. Ve bu çağda uyanmaya en çok ihtiyacı olanlar, gaflet uykusuna en derin dalanlardır.
Rikkat-i Cinsiye: Kalbin İnsanlıkla Çarpması
İnsan, yalnız kendini değil, başkalarını da hisseder. Yalnız kendi acısını değil, dünyanın dört bir yanında yankılanan acıların da ortağı olur. İşte bu hissiyata “rikkat-i cinsiye” denir. Bu, fıtrî bir merhamettir. Ancak imana dayanmıyorsa, kişiyi manen çökerten bir yük hâline gelir.
Mesela mümin, Gazze’deki çocuklar için ağlar ama onları Allah’a emanet eder, sabır ve dua ile yükünü hafifletir. Gaflette olan ise o acıyı isyan, inkâr ve umutsuzlukla derinleştirir. Çünkü Rabbi ile bağı kopuktur. Bu yüzden de hem kendi acısını taşır hem de dünyanın yükünü omuzlamaya çalışır – hem de tesellisiz, sahipsiz, hikmetsiz bir evrende.
Rahmeti Göremeyen, Azaba Mahkûm Olur
Bediüzzaman’ın bu tespiti, modern dünyanın en büyük bunalımına parmak basar ozetle:
> Merhamet-i umumiyeden habersiz olan insan, sadece kendi acısıyla değil, bütün insanlığın ızdırabıyla da yanar.
Bu cümlede gizli olan sır şudur: Merhamet-i İlahiye’yi bilen, musibetlerde dahi hikmeti ve rahmeti okur; bilmeyen ise bir musibeti bin yapar.
İşte bu yüzden, iman eden bir kalp ile iman etmeyen bir kalbin musibet karşısındaki duruşu bambaşkadır. İlki sabırla arınır, ikincisi isyanla yanar.
Sonuç: Musibetin Muhasebesi
Her çağın imtihanı farklıdır. Bu çağın en büyüğü ise toplu musibetlerin anlamlandırılmasıdır. Herkes bir şekilde sarsılıyor; ama bu sarsıntıyı kimisi secdeyle, kimisi şikâyetle karşılıyor. Secdeye giden kurtulur, şikâyete sığınan bataklığa saplanır. Bediüzzaman’ın ifadesiyle, hakiki teselli ancak iman ile mümkündür. Ve ancak imanla insan, hem kendi acısını hem de dünyanın yükünü taşıyabilir, anlamlandırabilir ve sabırla yumuşatabilir.
Makale Özeti
Bu makale, Bediüzzaman Said Nursî’nin “herkes bir musibetten hissedardır” ifadesine dayanarak, çağımızda yaşanan ruhi ve toplumsal çöküşlerin iman ve hikmetle nasıl anlamlandırılabileceğini ele alır. Ehl-i gaflet musibeti anlamsız, rabıtasız ve tesellisiz gördüğü için hem kendi acısıyla hem de insanlığın sancısıyla bunalır. Oysa mümin, musibeti İlahi terbiye ve rahmetin bir cilvesi olarak görerek sabır ve tevekkülle mukabele eder. Musibetle değil, onu nasıl yorumladığımızla şekillenir ruhumuz.