Duyguların Anahtarı: Kâinatın Kapılarını Açan İnsan
Duyguların Anahtarı: Kâinatın Kapılarını Açan İnsan
“Gözlere kâinat bostanındaki manevî çiçekleri toplayan şuâat-ı ayniye gibi zâhirî ve bâtınî bütün duyguların, ayrı ayrı âlemlere her biri birer anahtar olmaları, yine o Sâni’-i Hakîm, o Fâtır-ı Alîm, o Hâlık-ı Rahîm, o Rezzak-ı Kerîm’in vücub-u vücudunu ve vahdet ve ehadiyetini ve kemal-i rububiyetini güneş gibi gösterir.”
Sözler.725
İnsan, küçücük bedeniyle koca kâinatı içine alabilen bir muamma, bir sırlar sandığıdır. O, bir damla iken bir deryayı seyredebilir, bir nokta iken bir âlemi tefekkür edebilir. Bu büyük hakikatin sırrı ise, ona bahşedilen duyular ve o duyuların açtığı mana kapılarındadır.
Göz bir penceredir, ama yalnız suretlere değil. Kulak bir kapıdır, ama yalnız seslere değil. Kalp bir merkezdir, ama sadece duygulara değil. Her bir duyu, kâinat sarayında ayrı bir kapıyı açar. Her biri, âlemlere açılan birer anahtar hükmündedir.
Göz: Suretten Manaya Bir Yolculuk
Bir çiçeğe baktığımızda yalnızca şekil, renk veya simetri görmeyiz. Göz, o suretin ardındaki hikmeti, sanatı ve nakkaşını da hisseder. İşte bu yüzden Bediüzzaman, gözü “kâinat bostanındaki manevî çiçekleri toplayan bir şuâat-ı ayniye”ye benzetir. Yani göz, hakikatin sadece dış cephesine değil; iç derinliğine de nüfuz edebilen bir projektördür. Baktığını değil, gördüğünü değerli kılar.
Kulak: Sesin Ötesindeki Sessizlik
Bir anne kalbinin atışını, bir kuşun sabah ötüşünü ya da bir nehrin şırıltısını duymak, sadece işitmek değildir. Çünkü kulak da, sesin ötesinde bir düzenin, bir ahengin, bir kasdın ve şefkatin izini sürer. Kulak, eşyanın tesadüfî olmadığını; bir konuşan, bir bildiren, bir işittiren bulunduğunu haykırır.
Kalp: Hissin Mekke’si, Ruhun Kâbesi
Kalp, fizikî bir et parçası değil sadece. O, ilahi mesajların geldiği ilk menzil, Rabbânî fısıltıların duyulduğu yegâne mabettir. Aşkı hisseder, korkuyu anlar, merhameti çözer. Ve bütün bu hisler, insana kendisini aşan bir varlığı gösterir. Kalbin derinliklerinde yankılanan her sızı, her sevinç, Hâlık-ı Rahîm’in varlığına açılan bir delik, bir pencere olur.
Duyuların Gerçek Sahibi Kim?
Peki, bu kadar hassas, bu kadar anlamlı, bu kadar gayeli cihazları kim insana taktı? Kör tesadüfler mi, bilinçsiz sebepler mi? Hayır. Bu duyular:
Sâni’-i Hakîmin (hikmetle her şeyi yapan bir sanatkârın),
Fâtır-ı Alîmin (her şeyi bilen bir Yaratıcının),
Hâlık-ı Rahîmin (şefkatle var eden bir Kudretin),
Rezzak-ı Kerîmin (ikramla besleyen bir Rahmetin)
varlığına ve birliğine güneş gibi şahitlik eder.
Her duyu, kâinatta işleyen rububiyetin kemâline, yani Allah’ın kusursuz idare ediciliğine aynadır. Çünkü her duyu, öylesine kusursuz yerleştirilmiş ve faaliyeti öylesine yerinde ki, bu ancak bütün âlemleri bilen, gören, işiten ve yöneten bir Zat’ın işi olabilir.
İnsan: Duyularla Kâinatı Okuyan Varlık
Kâinat bir kitap ise, insan onun okuyucusudur. Ama bu okuma, akılla değil sadece; gözle, kulakla, hisle, sezgiyle, kalple, vicdanla yapılır. Her bir duyu, ayrı bir anlam katmanını açar. Her bir katman ise Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisine şahitlik eder.
İnsan, bu anlamda kâinatın en değerli anahtarıdır. Ve onun iç dünyasında dönen her his, kâinatta işleyen ilâhî sistemin izdüşümüdür. Bu sebeple insan kendine bakınca, Rabbine ulaşır.
Sonuç: Duyular, Tevhidin Aynalarıdır
Her duyu, kâinatta işleyen ilâhî hikmetin ve kudretin bir aynasıdır. Göz görür, ama sadece renkleri değil; arka plandaki Rahmân’ı da. Kulak işitir, ama sadece sesleri değil; onları konuşturanı da. Kalp hisseder, ama sadece duyguları değil; o duyguları veren Rahîm’i de.
Ve böylece bütün duygular, bütün âlemleri içine alan bir tevhid korosu hâline gelir. Her biri farklı bir âlemden seslenir ama tek bir hakikate işaret eder:
Allah vardır, birdir, her şeyi hikmetle yaratır, idare eder ve insanı kendini tanısın diye duygularla donatır.
Özet:
Bu makale, insana bahşedilen duyuların sıradan araçlar değil; kâinatın kapılarını açan ilâhî anahtarlar olduğunu ortaya koyar. Göz, kulak, kalp gibi duyu organları, yalnızca fiziksel verileri hissetmekle kalmaz; aynı zamanda insanın Allah’ın varlık, birlik ve rububiyetini tanımasına da vesile olur. Bediüzzaman’ın ifadesiyle, her bir duyu, ayrı bir âleme açılır ve her biri, Sâni’-i Hakîm’in kemal-i rububiyetine açık bir delildir. Neticede, insan kendine bakarak Rabbini bulur.