Zamanın Emri: Takva ile Kurtuluş, Salih Amelle Diriliş
Zamanın Emri: Takva ile Kurtuluş, Salih Amelle Diriliş
“Bugünlerde Kur’an-ı Hakîm’in nazarında imandan sonra en ziyade esas tutulan takva ve amel-i salih esaslarını düşündüm. Takva, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek ve amel-i salih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def’-i şer, celb-i nef’a râcih olmakla beraber; bu tahribat ve sefahet ve cazibedar hevesat zamanında bu takva olan def’-i mefasid ve terk-i kebair, üssü’l-esas olup büyük bir rüçhaniyet kesbetmiş.”
Tarihçe-i Hayat.292
Zamanların dili vardır; bazen bir zaman insanı tefekküre çağırır, bazen mücadeleye. Bazen ilimle yükselme vaktidir, bazen de korunarak bekleme… İşte biz bugün öyle bir zamanın içindeyiz ki; Kur’an’ın en çok işaret ettiği iki esas, yani takva ve amel-i salih, her zamankinden daha fazla ehemmiyet kazanmış durumda.
> “Takva, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek;
Amel-i salih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır.”
Bu tarifin içindeki derinlik, bir mü’minin hayat pusulasıdır. Zira günahların teşhir edildiği, sefahatin normalleştirildiği, heveslerin ilahlaştırıldığı bir çağda yaşıyoruz. Böylesi bir zamanda kurtuluş; yaparak değil, çoğu zaman sakınarak gerçekleşiyor.
Takva: Sessiz Bir Direniş, Derin Bir İbadet
Takva, sadece “günah işlememek” değildir. O, modern dünyanın zulmüne, ifsadına ve süslü tuzaklarına karşı bir ruh siperidir. Bir kimsenin harama bakmaması, gıybetten dili sakınması, yalnızken bile Allah’ı hatırlaması… Bunlar, dışarıdan bakıldığında sessizdir; ama iç dünyada büyük bir mücadele yaşanır.
Bediüzzaman bu yüzden takvayı, bu zamanın en temel kurtuluş vesilesi olarak görür. Çünkü:
> “Bu tahribat ve sefahet ve cazibedar hevesat zamanında…
takva olan def’-i mefasid ve terk-i kebair, üssü’l-esastır.”
Yani bu zamanın şartları içinde, günahları terk etmek, hayır yapmaktan daha öncelikli ve ehemmiyetli bir hal almıştır. Çünkü yapılacak her hayır, bin tuzağın içinden geçerek yapılmak zorundadır.
Amel-i Salih: Kirlenmiş Zamanlarda Temiz Kalabilmek
Amel-i salih; namazdır, oruçtur, hayırdır, tebliğdir, infaktır… Ama bu zamanın içinde bu amellerin yapılabilmesi, ihlasla korunabilmesi, salih kalabilmesi oldukça zordur. Çünkü her amel, reklamlaştırılıyor. Her hayır, gösterişle bulaşıyor. Gizlilik yerine teşhir; sadelik yerine süs hâkim olmuş. Bu durumda salih amel, şekilden çok niyetin temizliğine, maksadın sahihliğine bağlı hale geliyor.
Böyle bir ortamda küçük bir hayır, çok büyük ecir kazandırır. Çünkü şartlar ağır, nefis azgın, hevesler galip… Bir yudum su verirken gösterişe bulaşmamak, bir cümlelik nasihati ihlasla söyleyebilmek, bir vakit namazı kalpten samimi kılmak… İşte bunlar, salih amel sayılır ve büyük ahiret sermayesidir.
Def’-i Şer, Celb-i Nef’a Galip Olmuştur
Bediüzzaman’ın bu cümlesi, bugünün özeti gibidir:
> “Her zaman def’-i şer, celb-i nef’a râcih olmakla beraber;
bu zamanın fitnesinde daha da rüçhaniyet kesbetmiştir.”
Yani bir mü’minin, önce kendini koruması, günahları defetmesi, şerlerden sakınması, iyilik yapmasından daha öncelikli hale gelmiştir. Bu da gösteriyor ki, bu çağda “yapmamak” da ibadettir. Yapmamak; harama bakmamak, haddi aşmamak, dünyaya boğulmamak, gösterişe meyletmemek, yanlış yola adım atmamak… Bu yapmama hâli, aslında derin bir kulluk hâlidir.
Makale Özeti
Bu makale, Bediüzzaman Said Nursî’nin takva ve amel-i salih kavramları etrafında şekillenen hikmetli tesbitine dayanır. Zamanın fesada uğraması, günahların cazip hâle gelmesi sebebiyle, takva yani günahlardan sakınmak bu çağın temel korunma kalkanı haline gelmiştir. Amel-i salih ise, ihlasla yapılan her hayırdır. Ancak bu zamanda, günahlardan kaçınmak, hayır yapmaktan daha öncelikli hâle gelmiştir. Bu sebeple “yapmamak”, sakınmak, içtinab etmek de ibadet değeri taşır.