Mi’rac: Kâinatın Meyvesi Olarak İnsan ve Tecellînin Zirvesi
Mi’rac: Kâinatın Meyvesi Olarak İnsan ve Tecellînin Zirvesi
“İnsanın câmiiyeti ve şecere-i kâinatın en münevver meyvesi olduğundan, bütün kâinatta cilveleri tezahür eden esma-i hüsnayı, birden âyine-i ruhunda gösterebilmesi cihetiyle Cenab-ı Hak, tecelli-i zatıyla ve esma-i hüsnanın a’zamî mertebede, nev-i insanın manen en a’zam bir ferdine, tecelli-i a’zam tezahür eder ki bu tezahür ve tecelli, mi’rac-ı Ahmedî (asm) sırrıdır ki onun velayeti, risaletine mebde olur.”
Sözler.620
Kâinat kitabının en parlak sayfası, insan; insanın da en nurlu satırı, Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır. Varlık ağacının en son ve en mükemmel meyvesi olan insan, sadece maddî bir suret değil, aynı zamanda bütün âlemlerin özetini taşıyan câmî bir ruh ve istidattır. Bu yönüyle insan, yaratılışın nihaî hedefi, esma-i hüsnânın tecelligâhıdır.
Câmî İnsanın Câmî Ayinesi
“İnsanın câmiiyeti… âyine-i ruhunda gösterebilmesi cihetiyle…” ifadesiyle Bediüzzaman, insanın sıradan bir varlık olmadığını, bütün kâinatta dağınık hâlde bulunan ilahî isimlerin yansımalarının bir araya toplandığı tek bir merkez olduğunu beyan eder. Diğer mahlûkat yalnızca birkaç ismin tecellisine mazhar olabilirken, insan bütün isimlerin toplu bir yansımasını taşıyabilecek bir ayna mesabesindedir.
Bir çiçekte Cemîl ismi, bir arıda Hakîm ismi, bir dağda Kayyum ismi görünür. Ama insan, hem Cemîl’i, hem Hakîm’i, hem de Kayyum’u aynı anda fark edebilir, tefekkür edebilir ve gösterebilir. Bu yönüyle insan, şecere-i kâinatın en münevver meyvesidir.
Tecellî-i Azam ve Mi’racın Sırrı
Fakat bütün insanlar içinde bu en geniş yansımayı en parlak şekilde taşıyan bir fert vardır: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm. O, öyle bir aynadır ki esma-i hüsnânın azamî mertebede tecellî ettiği bir merkez olmuştur. İşte bu azamî tecellî, onu mi’raca layık kılmıştır.
Mi’rac, yalnızca bir semâ yolculuğu değildir; bu yolculuk, zat-ı ilahînin en yüksek mertebede tecellî ettiği bir vuslat, bir “tezahür-ü rububiyet” sahnesidir. Cenab-ı Hak, insanın en ekmel ferdini kendi katına davet etmiş, ona zatî tecellîsini lütfetmiştir. Bu da, onun risaletinin başlangıcında velayetle yoğrulmuş bir ruhî kemalin bulunduğunu gösterir.
Velayet Risalete Zemin Olur
Bediüzzaman bu noktada son derece zarif bir hakikate dikkat çeker: “Onun velayeti, risaletine mebde olur.” Yani önce şahsî ve derunî olarak manen yükselmiş, saflaşmış, kemale ermiş, sonra da ümmetine rehber olarak risalet vazifesiyle vazifelendirilmiştir. Bu da gösterir ki hakkıyla peygamberlik ancak en yüce kullukla başlar.
İnsanlık İçin Mi’rac Dersi
Bu tecellî hâdisesi bize de bir hedef çizer: İnsan, sıradan ve basit bir varlık değildir. Kalbi, esma-i hüsnâyı yansıtabilecek bir ayna, ruhu İlâhî hakikatleri hissedebilecek bir latîfe, aklı ise bu sonsuz tecellîleri okuyabilecek bir gözdür.
Dolayısıyla, her insan, kendi iç dünyasında bir mi’rac hazırlığı yapabilir. Niyet, ibadet, tefekkür ve ihlas ile kişi, kalbini temizledikçe, rahmet tecellîlerine bir ayna hâline gelir. Ve bu tecellîler içinde en parlak olanı, Cenab-ı Hakk’ın marifetidir.
—
Özet:
İnsan, bütün varlıklar içinde en câmî varlık olup, esma-i hüsnânın tamamına mazhar olabilecek istidatta yaratılmıştır.
Hz. Peygamber (asm), bu camiyetin zirvesi olup, esma-i hüsnânın azamî derecede tecellî ettiği şahıstır.
Bu yüksek mazhariyet, onu mi’raca layık kılmış, Cenab-ı Hakk’ın zatî tecellîsine mazhar etmiştir.
Peygamberliğin başlangıcı, velayetle, yani manevî kemâl ile başlar.
Her insan, tefekkür, ibadet ve ihlas ile kendi çapında bir manevî mi’raca çıkabilir ve kâinattaki ilahî tecellîleri ruhunda hissedebilir.