Cüz’îden Küllîye: Bir Seyahatin Hikmeti
Cüz’îden Küllîye: Bir Seyahatin Hikmeti
“Bu seyahat-i cüz’iyede bir seyr-i umumî ve bir urûc-u küllî var ki tâ Sidretü’l-münteha’ya, tâ Kab-ı Kavseyn’e kadar meratib-i külliye-i esmaiyede gözüne, kulağına tesadüf eden âyât-ı Rabbaniyeyi ve acayib-i sanat-ı İlahiyeyi işitmiş, görmüştür, der. O küçük, cüz’î seyahati hem küllî hem mahşer-i acayip bir seyahatin anahtarı hükmünde gösteriyor.”
Sözler. 617
İnsan, görünüşte küçük, güçsüz, aciz ve sınırlı bir varlıktır. Fakat bu cüz’î varlığın içine öyle sırlar, öyle derinlikler konulmuştur ki, onun bir damlası deryalara, bir adımı semalara açılır. İşte Bediüzzaman Said Nursî’nin “küçük, cüz’î bir seyahat”ten bahsederken altını çizdiği hakikat tam da budur: Görünenin ardındaki görünmeyene, cüz’îden küllîye giden yola işaret…
Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Mi’rac mucizesi, ilk bakışta bir insanın gök ötesine yaptığı cüz’î bir yolculuk gibi görünür. Fakat Bediüzzaman, bu seyahatin aslında umumî bir seyr olduğunu, yani bütün bir kâinat adına bir temsil, bir temsilcinin varlık katmanlarında yaptığı büyük bir yükseliş (urûc-u küllî) olduğunu belirtir.
Zira Mi’rac, sadece göğe çıkmak değildir. O, Esma-i Hüsnâ’nın (Allah’ın güzel isimlerinin) mertebelerinde yükselmek; her bir isimde tecelli eden ayrı bir âlemi seyretmektir. Kudret, rahmet, hikmet, azamet, celal, cemal gibi isimlerin her biri ayrı bir perdedir ve Mi’rac, bu perdelerden geçilerek Kab-ı Kavseyn gibi nihai bir yakınlık noktasına ulaşmanın adıdır.
Bediüzzaman burada önemli bir temsilî dokunuş yapar: Bir damlanın okyanusa açılması gibi… O cüz’î seyahat, bütün kâinatı içine alır. Resûl-i Ekrem, sadece kendi nefsini değil; bütün mahlûkatı, insanlığı, hatta melekleri temsilen bir urûca çıkar. Orada gözüne ve kulağına rast gelen “âyât-ı Rabbaniye” (Rabbin ayetleri) ve “acayib-i sanat-ı İlahîye” (İlahi sanatın harikaları) ile karşılaşır. Bu da bize gösterir ki, her bir varlık, kendi çapında bir seyahatin yolcusudur; ama o küçük yolculuklar, büyük hakikatlerin penceresidir.
Tıpkı bir ağacın meyvesine kadar uzanan yolculuğunda suyun, toprağın, güneşin bir araya gelip bir tat, renk ve şekil mucizesi oluşturması gibi… Mi’rac da, o meyvenin en parlak, en hikmetli ve en kutsal tezahürüdür.
Cüz’î ile Küllî Arasında Bir Köprü
Bu yaklaşım, sadece Mi’rac’a mahsus değil; aslında her mü’minin hayat yolculuğunda da geçerli olan bir bakış açısıdır. Bir kulun, namazda ellerini kaldırışı, bir cüz’î harekettir. Ama o niyetle, ihlasla ve marifetle yapılırsa arşa uzanan bir seyr olur. Çünkü Rabbine yönelmek, bütün kâinatın yaratılış maksadına yönelmek demektir.
Bediüzzaman’ın işaret ettiği bu “küçük ama anahtar hükmündeki seyahat”, bizlere şunu öğretir: Her ibadet, her niyet, her fikir, eğer doğru kıbleye yönelirse, sonsuz hakikatlere açılan bir anahtar hâline gelir.
Özet:
Bediüzzaman, Mi’rac mucizesini sadece bireysel bir yolculuk değil, bütün kâinatı temsilen yapılan küllî bir seyr olarak ele alır.
Bu seyahat, Allah’ın isimlerinin farklı tezahürlerinin görüldüğü, esma mertebelerinde bir yükseliş olarak açıklanır.
Risale, küçük görünen bir hareketin, eğer doğru istikamette olursa, sonsuz manalara açılabileceğini temsilî bir dil ile anlatır.
Aynı bakış açısıyla, bir mü’minin cüz’î ibadet ve niyetleri de, küllî hakikatlere ulaşan bir anahtar olabilir.