Kâinatın Sekeratı: Büyük İnsanın Veda Vakti
Kâinatın Sekeratı: Büyük İnsanın Veda Vakti
“Evet, nasıl ki insan küçük bir âlemdir, yıkılmaktan kurtulamaz. Âlem dahi büyük bir insandır, o dahi ölümün pençesinden kurtulamaz. O da ölecek, sonra dirilecek veya yatıp sonra subh-u haşirle gözünü açacaktır.
Hem nasıl ki kâinatın bir nüsha-i musağğarası olan bir şecere-i zîhayat, tahrip ve inhilalden başını kurtaramaz. Öyle de şecere-i hilkatten teşaub etmiş olan silsile-i kâinat tamir ve tecdid için tahripten, dağılmaktan kendini kurtaramaz.
Eğer dünyanın ecel-i fıtrîsinden evvel irade-i ezeliyenin izni ile haricî bir maraz veya muharrib bir hâdise başına gelmezse ve onun Sâni’-i Hakîm’i dahi ecel-i fıtrîden evvel onu bozmazsa, herhalde hattâ fennî bir hesap ile bir gün gelecek ki:
اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ وَاِذَا النُّجُومُ انْكَدَرَتْ وَاِذَا الْجِبَالُ سُيِّرَتْ اِذَا السَّمَٓاءُ انْفَطَرَتْ وَاِذَا الْكَوَاكِبُ انْتَثَرَتْ وَاِذَا الْبِحَارُ فُجِّرَتْ
manaları ve sırları, Kadîr-i Ezelî’nin izni ile tezahür edip, o dünya olan büyük insan sekerata başlayıp acib bir hırıltı ile ve müthiş bir savt ile fezayı çınlatıp dolduracak, bağırıp ölecek; sonra emr-i İlahî ile dirilecektir.”
Sözler. 29. Söz
**********
İnsan bir âlemdir; âlem ise büyük bir insandır. Biri mikroskobik, diğeri makroskobik bir aynadır. Biri nefes alır, biri yıldız döndürür. Ama her ikisi de fânîdir. Her ikisi de doğar, yaşar, ihtiyarlar ve ölür. Tıpkı insanın can çekişmesi gibi, kâinat da bir gün sekerata girecek, son nefesini verecektir.
Kâinatın Fıtrî Eceli
Bediüzzaman’ın işaret ettiği gibi, her şey gibi kâinatın da bir ecel-i fıtrîsi vardır. Bu demektir ki, dünya başıboş değildir. Ne ezelîdir, ne de sonsuz. Her şey gibi onun da belirli bir ömrü, belirli bir vazifesi vardır. Güneşin bir gün sönmesi, yıldızların dağılması, denizlerin taşması, dağların yürütülmesi… Bunlar ne mitolojik anlatımlar ne de hayal mahsulüdür; Kur’ân’ın haber verdiği ve ilmî verilerle de desteklenen büyük gerçeklerdir.
Dünya; bir saat gibi kurulmuş, bir görevli gibi gönderilmiştir. Vazifesi bitince geri alınacak, yani ölüm onu da bulacaktır.
Şecere-i Kâinat ve Şecere-i İnsan
Nasıl ki bir ağaç yaşlanır, kurur ve devrilir; öyle de bu koca kâinat ağacı da bir gün ihtiyarlayıp dökülecektir. Fakat bu dökülüş bir yok oluş değil, bir yeniden doğuş içindir. Nasıl ki insan ölünce diriltilir; dünya da öldükten sonra subh-u haşirle, yani dirilişin sabahında yeniden canlanacaktır.
Kâinatın dağılması, ilahî bir ihmalin değil; bir tahliye ve tebdil sürecinin neticesidir. Zira bu dünya dar ve geçicidir. Sonsuz saadet diyarına elverişli değildir. Cennet gibi bâki bir menzilin kurulması için bu geçici hanın kaldırılması gerekir.
Kıyametin Fısıltısı: Sekerat
Kıyamet; bir felaket değil, bir doğumdur. Ama sancılıdır. Gökyüzü yarılırken, yıldızlar saçılırken, dağlar yürütülürken, dünya adeta bir insan gibi sekerata girecek ve son nefesini verecektir. Bu, Kur’ân’ın “اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ” (Güneş dürüldüğü zaman…) gibi âyetleriyle haber verdiği büyük sarsıntıdır. Ve bu sarsıntının her sesi, her titremesi, insanı sarsması gereken bir uyanıştır.
Bugün yıldızların düzenine hayran kalan akıl, onların dağılacağını; güneşin nizamına hayran kalan göz, onun söneceğini; dağların sabitliğine güvenen beden, onların yürütüleceğini unutmamalıdır. Bu unutuluş gaflettir. Ve gaflet, kıyameti kopmadan önce koparan bir beladır.
Makale Özeti:
Bu makale, insanın küçük bir kâinat, kâinatın ise büyük bir insan olduğunu ifade eden hikmetli hakikat üzerine inşa edilmiştir. Nasıl ki insan doğar, yaşar ve ölürse; kâinat da bir gün Allah’ın takdiriyle sekerata girip ölecek ve sonra tekrar diriltilecektir. Bu olay, Kur’ân’ın haber verdiği kıyametle tahakkuk edecektir. Ancak bu ölüm bir yok oluş değil, daha büyük ve bâkî bir âlemin doğuşu içindir. Dünya, görevini tamamlayıp yerini ebedî yurda bırakacaktır. Bu yüzden insanın dünyaya bağlanmak yerine, bu büyük doğumu hatırlayıp ahiret için hazırlık yapması gerekir.