Kaderin Aynasında İrade ve İlim: Alın Yazısı mı, Seçim Yazısı mı?

Kaderin Aynasında İrade ve İlim: Alın Yazısı mı, Seçim Yazısı mı?

“Kader, ilim nev’indendir. İlim, malûma tâbidir. Yani nasıl olacak, öyle taalluk ediyor. Yoksa malûm, ilme tâbi değil.”
– Sözler, 26. Söz, Bediüzzaman Said Nursî

İnsanlık tarihi boyunca kader meselesi, akılları meşgul eden en derin sorulardan biri olmuştur. “Benim başıma gelecekler önceden yazılmışsa, ben neden sorumlu olayım?” sorusu nice kalbi şüpheye, nice zihni karmaşaya düşürmüştür. Bu noktada Bediüzzaman Said Nursî’nin getirdiği açıklama, meseleyi hakikat terazisinde tartarak insanı hem aklen hem kalben rahatlatır. Zira onun ifadesiyle kader, cebri değil; ilmîdir. Ve bu ayrım, bütün kader sırrını aydınlatan bir anahtardır.

Kader: Bir Bilgi, Bir Zorunluluk Değil

“Kader, ilim nev’indendir.” Yani kader, Allah’ın her şeyi kuşatan ezelî ilminden kaynaklanır. Allah, olmuşu, olmakta olanı ve olacak olanı bilir. Ama bu bilgi, bizim fiillerimizi zorlayarak gerçekleştirmez. Tersine, biz nasıl davranacaksak Allah onu bilir. İşte bu noktada “ilim, malûma tabidir” hakikati devreye girer. Yani ilim, bilinen şeye göre şekillenir; bilinen, ilme göre zorla şekillenmez.

Bir kamera düşünün; bir olayın görüntüsünü kaydediyor. Kamera o olayı kaydetti diye, olayın sebebi kamera olur mu? Elbette hayır. Allah’ın kaderi de böyledir. O, bizim ne yapacağımızı bilir; bu bilgi bizi mecbur etmez. Allah’ın ilmindeki yazı, bizim seçtiğimiz yolun önceden bilinmesidir. Yani kader, bir kader çizgisi değil; bir kader kaydıdır.

İrade: Seçimin Terazisi

İnsanı diğer mahlûklardan ayıran en büyük fark, onun irade sahibi olmasıdır. İnsan, iyilik ile kötülük arasında tercih yapma özgürlüğüne sahiptir. İrade, bir hareket noktasıdır; ancak neticeyi yaratmak Allah’a aittir. Bu yüzden “malûmun zatı ve vücud-u haricîsi, iradeye bakar ve kudrete istinad eder” denilir. Yani bir şeyin dış dünyada varlık bulması, insanın iradesiyle yönelmesine ve Allah’ın kudretiyle yaratmasına bağlıdır.

Allah, kulunun neyi seçeceğini bilir. Fakat bu bilmek, kulun iradesini iptal etmez. Bu bilgi, yaratmanın ilmi bir vesilesidir, cebri bir neden değildir. Bu yüzden insan yaptığı iyilikten mükâfat, kötülükten de mesul olur.

Kaderi Bahane Etmek: Şeytanî Bir Aldanış

Bediüzzaman bir başka yerde şöyle der: “Kader, hataya değil, hidayete bakar.” Yani kaderi sadece günah ve kusurda hatırlamak, meseleyi tersinden okumaktır. Bir insan, “Kaderimde bu varmış” diyerek hatasına bahane bulursa, bu şeytanî bir kaçıştır. Oysa insan başına gelen musibetlerde kaderi görürse sabır bulur; günahlarında ise iradesine yönelirse tövbe bulur.

Bu yüzden kader, bir suç ortağı değil; bir hakikat öğretmenidir. O bize der ki: “Sen tercihini yap, ben ne yapacağını zaten biliyordum.” Ama bu bilgi, senin elinden iradeyi almaz, sadece seni bir hikmet ağına yerleştirir.

Kader, İnsanı Değil, İşi Kucaklar

Bir marangozun elindeki keresteyi işlemesi gibi, insan da kendi iradesiyle hayatını şekillendirir. Fakat nasıl ki marangozun planı ve ilmi olmadan iş tamamlanmazsa, Allah’ın kaderi olmadan da hiçbir şey olmaz. Ancak Allah’ın bilgisi, insanın fiiline eşlik eder; onu zorlamaz. Bu yüzden kader, insanı cebr altında tutmaz; sadece yaratılış planının ilmî boyutunu ortaya koyar.

Özet:

Bu makale, kaderin ezelî bir bilgi türü olduğunu ve Allah’ın her şeyi önceden bilmesinin, insanın özgür iradesini iptal etmediğini açıklamaktadır. “İlim malûma tabidir” prensibiyle, Allah’ın bilgisi insanın ne yapacağını bilmesi anlamına gelir, zorlaması anlamına gelmez. İnsan iradesiyle tercihte bulunur; Allah da bu tercihi bilir ve yaratır. Bu sebeple insan yaptığı işten sorumludur. Kader, günahın bahanesi değil; musibetin tesellisi ve hikmetin ilim penceresidir. İnsan, iradesiyle imtihana girer, kader ise bu imtihanın ilmî kayıtlarını tutar.

 

 

Loading

No ResponsesMayıs 29th, 2025