KÂİNATIN GAYESİ VE İNSANIN YÜCE YOLCULUĞU
KÂİNATIN GAYESİ VE İNSANIN YÜCE YOLCULUĞU
“Ey insan! Şu kâinattan maksad-ı a’lâ, tezahür-ü rububiyete karşı ubudiyet-i külliye-i insaniyedir ve insanın gaye-i aksası, o ubudiyete ulûm ve kemalât ile yetişmektir.”
Sözler. 20. Söz. 2. Makam.
*********
İnsan, şu muazzam kâinatta adeta bir misafir gibidir. Her şey onu karşılar, ona hizmet eder; güneş ısıtır, toprak doyurur, hava nefes verir, su hayat taşır. Kâinat, sanki insana yönelmiş bir sofra gibidir. Peki bu ikramlar niçindir? Neden her şey insan etrafında dönüyor görünmektedir?
İşte bu sorunun cevabı, Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “kâinattan maksad-ı a’lâ, tezahür-ü rububiyete karşı ubudiyet-i külliye-i insaniyedir.” Yani Allah’ın ilahlık ve terbiye edicilik sıfatlarının görünmesi, ancak insandaki bütüncül ve derin kullukla tam karşılık bulur. Çünkü insan, bütün isim ve sıfatlara ayna olacak donanımda yaratılmıştır. Âlemde ne varsa, küçültülmüş bir numunesi insanda mevcuttur. Gözle görülen bu kâinat kitabı, insan ruhunda da yazılmıştır.
Rabbimizin “rububiyet”i; yani yaratması, yaşatması, terbiye etmesi, yönlendirmesi; her an her şeyde görünür. Bu ilahi fiillerin en bilinçli farkına varan, onları okuyup anlayan ise insandır. Hayvanlar ya da diğer varlıklar, bu ilahi fiillere mazhar olur ama farkında değildirler. İnsan ise idrak eder, düşünür, hayret eder, ibret alır, secdeye varır. İşte bu kulluk bilinci, yaratılışın gerçek gayesidir.
İnsanın bu gayeye ulaşması da kuru bir bilgiyle değil, “ulûm ve kemalât” ile, yani hakiki ilim ve manevi olgunlukla olur. İlmin hakikati, Allah’ı tanımak içindir; kemalâtın zirvesi ise O’na kul olabilmektir. Yoksa sadece teknik bilgi, nefsin gururunu artırmaktan başka işe yaramaz. Gerçek ilim, kişiyi alçak gönüllü yapar; hakiki kemal, kişiyi Rabbiyle buluşturur.
Ne var ki modern insan, ilmi çoğu zaman hikmetsiz kullanmakta, kemalâtı sadece dünya süsü zannetmektedir. Oysa insan, ilimle yücelmeli; ama bu yücelik, secdeye varan bir tevazuya dönüşmelidir. Çünkü insan, ne kadar yükselirse yükselsin, gerçek kulluğa ermedikçe hâlâ asıl gayeden uzaktadır.
Her şey, ubudiyetle anlam kazanır. Servet de, şöhret de, bilgi de, makam da… Hepsi, kulluğa hizmet ettiği sürece kıymetlidir. Aksi halde hepsi geçici bir gölgedir. İnsan, bu dünyaya Rabbini tanımak, O’na iman etmek, O’na kul olmak için gönderilmiştir. Kâinatın muhteşem sahnesi, bu hikmetli yolculuğun delil ve şahididir.
ÖZET:
Bu makale, Bediüzzaman’ın “kâinattan maksad-ı a’lâ, tezahür-ü rububiyete karşı ubudiyet-i külliye-i insaniyedir” ifadesi etrafında şekillenmiştir. Kâinatın yaratılış gayesi, Allah’ın rububiyetinin bilinmesi ve insandaki kapsamlı kullukla cevap verilmesidir. İnsan, bu gayeye ancak ilim ve manevi olgunlukla ulaşabilir. Gerçek ilim ve kemal, Allah’ı tanımak ve O’na kul olmaktır. Bu bilinçle yapılan kulluk, hem kâinatı anlamlandırır hem de insanın yaratılış sırrını açığa çıkarır.