Rabbini Tanıyan Kalbin Derin Talebi
Rabbini Tanıyan Kalbin Derin Talebi
“Evet, bana öyle bir Halık ve Rab lazım ki, en küçük hatırat-ı kalbimi ve en hafî niyazımı bilecek; ve en gizli ihtiyac-ı rûhumu yerine getirdiği gibi, bana saadet-i ebediyeyi vermek için, koca dünyayı ahirete tebdil edecek ve bu dünyayı kaldırıp ahireti yerine kuracak; hèm sineği halk ettiği gibi semavatı da îcad edecek; hem güneşi semanın yüzüne bir göz olarak çaktığı gibi, bir zerreyi de gözbebeğimde yerleştirecek bir kudrete malik olsun. Yoksa, sineği halk edemeyen, hatırat-ı kalbime müdahale edemez, niyaz-ı rûhumu işitemez. Semavatı halk etmeyen, saadet-i ebediyeyi bana veremez. Öyle ise, benim Rabbim Odur ki, hem hatırat-ı kalbimi ıslah eder, hem cevv-i havayı bulutlarla bir saatte doldurup boşalttığı gibi dünyayı ahirete tebdil edip, Cenneti yapıp, kapısını bana açar, “Haydi gir” der.” Tarihçe-i Hayat. 116
*******
“Bana öyle bir Rab lazım ki, hem kalbimi bilir, hem Cenneti hazırlar.”
İnsan, mahiyeti gereği küçük bir varlık gibi görünse de, kalbiyle âlemleri kuşatacak bir derinliğe, ruhuyla ebediyet arzusuna sahiptir. Ne gözbebeğindeki bir zerreyi unutan bir yaratıcıyı ister; ne de kalbinin en derin arzusuna sağır kalan bir Rabbe razı olur. Çünkü insanın fıtratı, sadece bu dünyada tatmin olmayacak kadar büyüktür.
Bediüzzaman’ın “Bana öyle bir Halık ve Rab lazım ki…” diye başlayan ifadeleri, insan ruhunun en derin yerinden gelen bir tefekkür feryadıdır. Bu, sıradan bir inanç beyanı değil, akıl, kalp ve ruhun birlikte dile getirdiği bir ihtiyaç itirafıdır.
- İnsan, Sadece Bir Canlı Değildir
İnsan, sadece yemek yiyen, nefes alan, yaşayan bir canlı değil; düşünen, arayan, soran, dua eden, hayret eden bir varlıktır. Kalbinin hatıraları, ruhunun sessiz duaları vardır. Ve bu derinlikteki sesleri ancak her şeyi bilen ve her şeyin iç yüzünü gören bir Zât işitebilir.
Böyle bir Zât, sadece fizikî evreni değil, kalp alemini de idare etmelidir. O ki, sineği yarattığı gibi, yıldızları da yaratmalıdır. Çünkü “büyük-küçük” O’nun kudreti karşısında eşittir.
- Saadet-i Ebediye Arzusu
İnsanın içindeki ebediyet arzusu, geçici dünya ile tatmin olmaz. Bu arzunun sahibi, onu bu dünya için değil, sonsuzluk için yaratmıştır. İşte bu nedenle “Rabbim, dünyayı kaldırıp yerine ahireti kuracak” kudrette olmalıdır.
İman, sadece geçmişi kabullenmek değil, geleceği de Allah’a teslim etmektir. Geçmişte güneşi semaya çakan Zât, gelecekte Cenneti kurabilir. Zerreleri gözbebeğinde yerleştiren Zât, kalbimizin dualarına da cevap verir.
- Tevhid ve Teslimiyetin Zirvesi
Bu tefekkür, insanı tevhid noktasına taşır. Artık ne aracıya, ne şirke, ne de sebeplere iltifat eder. Kalbini de, geleceğini de sadece O’na teslim eder. Böyle bir teslimiyet, insana “izzet” ve “itminan” verir.
Sonuç ve İbret
Bugün insanlık, teknolojinin sağır makineleri içinde boğulurken, içten içe hâlâ şöyle bir Rab aramaktadır:
Hem sineği yaratsın hem yıldızları;
Hem kalbimi bilsin hem cenneti hazırlasın;
Hem dua eden ruhumu işitsin hem “Haydi gir” desin…
Çünkü insan, ancak böyle bir Rab ile teselli bulur.
ÖZET:
İnsan kalbi ve ruhu, sadece maddî ihtiyaçlarla tatmin olmaz. En gizli duasını işiten, en büyük arzularını yerine getirebilecek kudrette bir Rabb’e muhtaçtır. O Rab, hem sineği yaratacak kadar ayrıntılı, hem de dünyayı ahirete tebdil edecek kadar muazzam bir kudretin sahibidir. Böyle bir Rab, sadece varlıkların yaratıcısı değil; aynı zamanda kalbin dostu ve saadet-i ebediyenin de tek sahibidir. İman, bu büyük teslimiyeti ve güveni yaşamaktır.