Dermanı Olmayan Dükkân: Kâinatın Çarşısında Bir Yolculuk
Dermanı Olmayan Dükkân: Kâinatın Çarşısında Bir Yolculuk
> “Turfe dükkân-ı hikemdir bu kühen tak-ı felek / Ne ararsan bulunur derde devadan gayrı”
(Bu eski felek kubbesi, garip hikmetler dükkânıdır / Ne ararsan bulunur, dertlere deva hariç.)
Giriş: Koca Bir Dükkân, Sonsuz Bir Hazine
Bu beytin ilk bakışta bir sitem taşıdığı sanılır. Lakin dikkatle okunduğunda içinde hem bir hakikat, hem de derin bir tefekkür çağrısı olduğu görülür. Şair, kâinatı bir “hikmet dükkânı”na benzetir. Bu dükkânda her şey bulunur; yıldızlardan böceklere, akıldan hayale, taşa, ota kadar… Ama bir tek şey eksiktir: Dertlerin hakiki devası.
Bu ifade, insanoğlunun kadim bir açlığını, doyurulamayan bir ihtiyacını dile getirir. Zira dünya her şeye sahiptir ama insanın iç sıkıntısına, ruh sancısına tam anlamıyla deva olacak bir şey sunamaz. Peki neden?
Her Şey Var, Ama Derman Yok
Modern dünya, teknolojide zirveye çıkmış, tabiatı çözmüş, DNA’yı okuyup genleri dizayn edebilmiş; ama insanın kalbindeki boşluğu dolduramamıştır. O yüzden psikiyatri klinikleri dolup taşarken, lüks hayatlar içinde depresyon artmaktadır. Çünkü bu “hikmet dükkânı”nda her şey vardır, ama “derde deva” yalnızca yaratıcıya yönelişle elde edilir.
Beyitteki bu ifadeyi, Mevlâna’nın şu sözleri tamamlar gibidir:
> “Nice nice ilimler öğrendin, peki kendini öğrendin mi?”
Kâinattaki bilgi bir hazineyse, onun haritası insandadır. Ve insan, kendini tanımadan bu kâinat dükkânından bir şifa çıkaramaz.
Kühen Tak-ı Felek: Eskimiş Gibi Görünen Sonsuz Hikmet
“Kühen tak-ı felek” ifadesiyle kastedilen bu dünyanın eskiliği, aslında onun kadimliği ve hikmet yüklü geçmişidir. Feleğin takı, yani gök kubbe, belki yaşıyla eskimiş görünür; ama o eski tezgâhta her gün yepyeni hikmetler dokunmaktadır.
Bilim her geçen gün yeni keşifler yapar; ama her keşif, yeni bir bilinmezliğe açılır. Hikmet dükkânı tükenmez çünkü bu dükkânın sahibi sonsuz kudret sahibidir. Bu bakımdan, kâinattaki bu muazzam çeşitlilik ve nizam, insana yalnızca bilgi değil, “acziyetini ve muhtaçlığını” da öğretir.
Hakiki Deva: Kimin Elinde?
İşte bu noktada asıl soru doğar: “Dert var ama deva nerede?”
Eğer deva yalnızca eczanede, teknolojide, parayla satın alınabilecek nesnelerde olsaydı; en zenginler en huzurlu olurdu. Ama tarih bize gösteriyor ki, bazen bir dağ başındaki çoban, bir saray sahibinden daha huzurludur.
Çünkü dert maddî değil, manevîdir. Dolayısıyla deva da maddeyle değil, mânâyla verilir. Bu mana ise, kalpteki “yaratıcıya sığınış” ve “hikmete teslimiyet” ile elde edilir.
Sonuç: Derdin Devası Derde Düşmekte Gizlidir
Kâinat, Allah’ın hikmetini sergilediği bir tezgâhtır. İnsan bu dükkânda dolaşır, hayret eder, öğrenir, şaşar ve arar. Lakin en kıymetli cevher, çoğu zaman gözden saklı durur: İnsan, yaratıldığı gayeyi anlamadan hakiki devayı bulamaz.
Bu yüzden, dertli olmak bazen en büyük nimettir. Çünkü dert, insana Rabbini aratır. Ve ancak o arayış içinde, insana gerçek şifa verilir.
Özet
Bu makalede, “Turfe dükkân-ı hikemdir bu kühen tak-ı felek / Ne ararsan bulunur derde devadan gayrı” beyti üzerinden şu mesajlar vurgulandı:
Kâinat, hikmetlerle dolu bir dükkândır; her şey bulunur ama insanın iç sıkıntısına tam deva yalnızca Allah’ın rahmetindedir.
Modern dünya bilgi ve imkân sunar ama ruhun devasını veremez.
Dertli olmak, Rabbine yönelmenin kapısı olabilir.
Hakiki huzur, dışta değil, içte aranmalıdır.
Dermanı bulmak için önce derdin hakikatini idrak etmek gerekir.